30 Kasım 2024 Cumartesi

YAPACAK BİR ŞEY YOK!

Hayata küsmek için pek çok nedenimiz olabilir. Hatta yürürlükteki yaşama biçiminden bütünüyle tiksiniyor bile olabiliriz. Sadece insan ilişkilerindeki iğrençliklerden değil, teknolojiden, yaşadığımız evlerden, eğitim sisteminden, trafikten, yediğimiz gıdalardan, mevcut iş veya mesleklerden de rahatsız olabiliriz.

Peki, bu durumda ne yapabiliriz?

Aslında hiçbir şey yapamayız. Bir şeyler yapsak bile bunlar rahatsızlık duyduğumuz konularda en ufak değişiklik yaratmaz. Bu dünya böyle gelmiş, böyle gider mi demek istiyorum? Hayır, dünya böyle gitmeyebilir; fakat bu birtakım insanların çabalarıyla olacak gibi görünmüyor. Sanırım, insanlığın doğrultusundaki değişiklik büyük bir felaket sayesinde gerçekleşecek. Dolayısıyla, çok büyük bir yıkıma uğramadığımız sürece böyle devam edip gideceğiz.

Yani? Ne yapacağız öyleyse, hayata mı küseceğiz?

Hayata küsmemeye çalışacağız, kendimizi kandırmada becerikli olacağız, oyalanıp gideceğiz bir şekilde. Sabırlı olacağız, ölünceye kadar dayanacağız. Etki gücümüzün olmadığı bu verili durumu kabul edeceğiz, hayale kapılmayacağız, sistemle inatlaşmayacağız, ona aşırı tepkiler vermeyeceğiz...

Yenilgiyi baştan veya erkenden kabul etmek daha tutulası bir yol olacak ve bizi biraz olsun rahatlatacaktır. Sistemde artık normal bir geri dönüş mümkün değil. Belki kendi çapımızda "steril" ortamlar yaratarak kendimizi avutabiliriz. Yapacak bir şey yok!   

30.11.2024, Ct.

20 Kasım 2024 Çarşamba

İYİ DEMİŞ MİYİM?

Takvimlere güven olmaz arkadaş! O kuru cetvellere bakacak olursak yanılırız. Bazen bir mevsim gelmiş de geçmektedir mesela, fakat biz hiç de öyle hissetmeyiz. Zaten son yıllarda pek çok şey gibi mevsimlerin de kafası karıştı. Sonbaharda yaz, kışta sonbahar yaşıyoruz… Anadolu’nun ortasında bile kara hasret kaldık. Kaymayı, kar topu oynamayı, kardan adam yapmayı hepten unutacağız. Hoş, kışı pek sevdiğimi söyleyemem, ama insanın aklına geliyor yine de.

Geçen gün soğuğu hissettim, diyordum, artık yazda değiliz; ama sonraki günlerde yine neredeyse yaz havalarına döndük. Neye güveneceğiz? Meteorolojiye mi, naçiz tenimize mi, iç sesimize mi?.. İnsanların kıyafetinden de bir şey anlaşılmıyor bugünlerde; kimi kabanlı, kimi dal gömlek… İlginç!   

Yapacak bir şey yok; iyinin, doğrunun, güzelin sınırlarının allak bullak olduğu şu postmodern çağda, mevsimlerin sınırları değişmiş çok mu? Belki de, her şeyin simüle edildiği günümüzde gerekirse mevsimlerin de simülasyonu yapılır, kim bilir? Mahalle mahalle kış yaşatılır koca şehre örneğin:  “Değerli Konevi Mahallesi sakinleri! Önümüzdeki hafta mahallemize kışı getiriyoruz, hazırlıklı olun.” Anonsu duyanlar hazırlığını yaparlar. Ben duymamış olmayı isterim; kışı hoş karşılayacağımı düşünmüyorum çünkü. Bahar olsa, yaz olsa tamam; gönlüm bir zafer takı, buyurun!.. Kış mı? Kalsın.

Hayır, hayır, içim rahat etmedi, kışı da istiyorum. Yumuşak bir havada lapa lapa yağan kar, eriye eriye tükenen kar tepecikleri, buz tutan saçaklar, pürüzsüz kardan zeminde ayak izleri, dallarda yanıp sönen kristaller… Vay be! Karlı zemine çarpıp yansıyan, yansıdıkça gözümüzü alan güneş ışınları, kaldırıma kürenmiş kirli kar yığınları, kayıp düşmemek için sarf edilen olağanüstü dikkat, bu dikkate rağmen gelen yumuşak düşüş, düşüşün doğurduğu gülüş, kızaran yanaklar, cepten çıkmak istemeyen eller…

Bu satırları yazarken Elhan-ı Şita aklıma geldi, şöyle bir göz attım. Ne kadar yapmacık ya bu şiir, dedim. İyi demiş miyim?

20.11.2024, Çarş.

14 Kasım 2024 Perşembe

İLİŞKİLERDE “GİZEM”

Merhaba Sevgili Okur,

Bu hafta insan ilişkilerindeki bir tuhaflıktan bahsetmek istiyorum. Ama öncesinde sana borçlu olduğum özrümü dilemeliyim. Evet, sevgili okur, bu kez arayı biraz uzattım; özür dilerim. Aslında bir yazı yazmıştım, ama daha taslak hâlindeyken yayımlamaktan vazgeçtim. Sonrasında kafamda sürekli karalamalar, sonu gelmeyen başlangıçlar… Kısmet bugüneymiş.

Konumuza gelirsek... Biliyorsun; bir sürü çokbilmiş ilişkilerde gizemli olmanın yararından bahsediyor: Hemen açılmayın, ketum olun; ne kadar çok konuşursanız karşı tarafın merak ve ilgisi o kadar erken sönümlenmeye başlar. Ayrıca; çok konuşursanız zayıf yönlerinizi, sizi savunmasız bırakacak yönlerinizi dile getirme ihtimaliniz de artar…

Ne diyorsun bu öğütlere? Bu çokbilmişlere katılıyor musun? Ben katılmıyorum. Katılmadığım gibi tam aksini savunuyorum. Sırf bir taktik gereği susup duran heyecansızlara da gıcık oluyorum. Heyecansız yerine soğuk nevale diyecektim. Düşündüm de bunların büyük bir kısmı hiç de soğuk veya sevimsiz değiller; fakat öyle dikkatliler ki, suya sabuna dokunmamayı, kişilikleriyle ilgili ipuçları vermemeyi her seferinde bir güzel “başarıyorlar”. Neden hoşlanırlar, neye kızarlar, en temel konularda ne düşünürler?.. Asla “açık” vermiyorlar. Onlara, hadi toplum içinde öylesiniz de az çok samimi olduğunuz insanlara niye açılmıyorsunuz, diye sormak istiyorum. Bir şeyden mi korkuyorsunuz? Amacınız ne? Ne olacak karşınızdaki insanı merak içinde bırakınca? Hem daha ne kadar süre devam edecek bu “gizem”?

Boş işler bunlar! Sadece boş da değil bu tavır, çok da itici. Böyle kurnaz, kurnaz değilse bile ürkek korkak tiplerle yol alınmaz. Evet, sevgili okur, fark ettiysen, artık bırak yakın ilişki kurmayı, oturup çay bile içme böyle tiplerle.

13.11.2024, Çarş.