Özlem Hanım, elinde dumanı tüten bir fincan çay balkona çıkıp eski hasır koltuğuna kurulduğunda kendine şu soruyu çoktan sormuştu: Nasıl yaşanacağının herkesçe kabul görmüş belli bir formülü mü var? Elini yanağına bastırdı. Avuç içinin sıcaklığı hoşuna gitti. Bir süre öyle kaldı. Sonra yavaşça doğruldu. Çayından arka arkaya iki yudum aldı. Tam karşısına düşen erguvan ağacını incelemeye başladı. Ağaç iki parçadan oluşuyordu sanki. Sokak lambasının aydınlattığı pembe mor çiçeklerle donanmış dallar, bahar akşamının tatlı serinliğinde ışıl ışıl parlıyordu. Diğer taraf koyu bir gölgeydi sadece. Çiçek salkımları renksiz bir eskizin silik çizgileriydi.
“Cevap,” dedi, “belki
de şu karşımdaki görüntüde saklı.” Çayından bir yudum daha aldı. “Çiçekleri görünen taraf da erguvan, renksiz görünen de. Sadece şartlar farklı. Yaşam da
böyle değil mi? Farklı bedenler, coğrafyalar, kültürler… Herkes aynı mı
yaşasın?” Şüpheye düştü: Az önceki sorusunda “formül” sözcüğüyle anlatmak
istediği şey biçimsel özellikler miydi? Hayır, cevabın yaşamın anlamıyla bir
ilgisi olmalıydı.
Bu sırada elini
yüz çizgilerinde gezdiriyordu. “Aman!” dedi, “Bu erkek alışkanlığını da bir
bırakamadım.” Gülümsedi. “Ömür tükeniyor. Sorgulama da bir yere kadar canım!” İçeride
pinekleyen kocasına seslendi: “Mülayim, hazırlan çıkıyoruz.” Mülayim iki
dakikada hazırdı. “Ne yapıyoruz,” dedi yüzünde bir gülümseme. “Parkta yakalamaca
oynayacağız yavrum,” dedi Özlem Hanım. Çıktılar.
Özlem Hanım,
kocasının koluna doladığı kollarıyla neşeli ve tatlı bir şımarıklıkla
yürüyordu. “Yaşamın anlamı ne biliyor musun Mülayim,” diye sordu. “Neymiş?” “Hadi
gidiyoruz dediğinde nereye diye sormayan bir kocaya sahip olmaktır. Hah hah ha!”
Çift erguvanların gölgesinde, sokak lambasının loş ışığında, birbirlerine dolanmış
olmaları adım atmalarını zorlaştırdığı için sarhoş gibi, çarpık çurpuk yürüyerek
uzaklaştı.
Mayıs 2025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder