Parasının dijital bir rakamdan ibaret olmasını istemedi Güven; tuttu çekti, birkaç bin lirayı eve götürdü. Saydı, okşadı. Ellilikler, yüzlükler... Sevindi, gülümsedi, bir daha saydı. Ellilik, yüzlük, iki yüzlük. Şunlardan biraz daha olsa olmaz mıydı, ama olsun... Kurstan şu kadar, ek ders bu kadar, şu şuradan, bu buradan... Ohhh! Para! Ohhh, elli, yüz, iki yüzlükler... Avuçları terledi sevinçten, heyecandan; paralar hafiften nemlenir gibi oldu. Bir kenara koydu desteyi. Elini üfledi, nemi gidermeye çalıştı. Gözleriyle sehpadaki paralara baktı. Sıcacıktı az önce bıraktığında. Offf!
Hesap kitaba daldı sonra.
Gelirler, giderler... Ne yapabilirdi? Şu sarışın ellilikleri, güzel mavili
yüzlükleri, kızılımsı iki yüzlükleri çoğaltmanın bir yolu yok muydu? Ohhh
para! Ağzından salya aktı, hemen sildi. Desteyi kavradı yeniden. Bir
daha saydı. Offf! Gıcırları ayrı bir seviyordu. Yenileri
ayıracaktı. Ufacık bir yıpranmışlık dahi olmayanları seçti önce. Hiç
katlanmamış, matbaadan çıktıkları gibi gıcır gıcır, offf! Onları
ayırdı. Burnuna götürdü, kokladı. Dört beş tanesini tam ortalarından katlayıp
dişledi. Köpek dişlerinin izi çıkmıştı. Yerim sizi ben, Allah'ım
şunlara bak... Çok güzel... İşaret parmağının ucuyla dişlerin oluşturduğu
minik çukurlukları yokladı, ters çevirip başparmağıyla kabarıklığı gidermeye
çalıştı. Ağzına yüzüne sürdü, bir daha kokladı paraları. Ellerde dolaşmaktan
doğan para kokusu yoktu bunlarda, öyle pırıl pırıldılar. Eskileri aldı eline
sonra. Onları da kokladı. Tanıdık para kokusunu duydu. O kokuyu da iyi
tanırdı. Ohh! dedi, içine çekti. Bıraktı eskileri, yenileri
aldı. Saydı. Ne tuhaf şey... Şu elinde tuttuğu kâğıt
parçalarının kudretine şaştı. Şu iki yüzlüklerden dedi, mesela
on deste olsa... On, çarpı yüz, çarpı iki yüz. Hesaplamaya çalıştı.
Hata yapmak istemiyordu. Telefonundaki hesap makinesini açtı. Yazdı: 10
x 100 x 200. Eşittir: 200.000. İki yüz bin dedi
şaşırarak, yüz tane olsa, 2 milyon... Aman Allah'ım! Abartmayayım, elli
olsun. Ve… 1 milyon. Elli deste nedir ki ya aslında... Desteleri iki
eliyle kavradığını düşündü. Bir avuç para... 1 milyon. Orta halli beş
ev alabilirim, faize yatırsam aylık 8-10 bin yapar, offf!
Vaktin nasıl geçtiğini anlamadı.
Panikledi. Karısı kendisinden daha az sevmiyordu parayı ama yine de parayla
oynayıp durmasını onun görmesini istemezdi. Utanır gibi oldu. En iyisi
televizyon ünitesine koyayım, uzaktan bakarım, hanım televizyon izliyorum
sanır. Hem hayal kurmaya da devam ederim. Bir an bu denli para
düşkünlüğü göstermiş olmasını kendine yediremeyip öfkelendi. Küfürler savurdu. Lan
lafa gelince herkes şunları küçümser, para nedir ki falan der... Adi
yalancılar! Hepiniz köpek gibi şu kâğıtlar için yaşıyor, koşturuyorsunuz...
Kimi kandırıyorsunuz! "Bir şey mi dedin Güven?" diye sordu
karısı. İçimden geçenleri de mi duymaya başladı bu kadın? Allah Allah! "Yok
canım, haberlere bakıyordum, kötü... Ona söylenmişimdir." dedi, eşikte
ıslak ellerini önlüğüne silmeye çalışan karısı Mevlüde'ye. Televizyondaki
reklamı görmeden, bezelyeli patates kokusunun yayıldığı mutfağa geri döndü
karısı.
Karısı mutfağa geri döndü; Güven hayalindeki renkli dünyaya dönemedi ama, morali bozulmuştu. Bir türlü eline geçmeyen milyonlar, güpgüzel evler, bonfileler, pirzolalar uzakta; kirada oturduğu antika ev, sıska karısı ve bezelyeli patates burnunun dibindeydi. İyi veya kötü hiçbir şey düşünmek istemiyordu artık. Kalktı, eline geçirdiği yıpranmış pandufu bir top gibi sektirmeye çalıştı. Birkaç kez denediyse de ikiden fazla sektiremedi. Amaan!.. Tuttu pandufu kapıya doğru degaj yaptı. Pardon, daha yapmadı, yapmaya karar verdi. Eskimiş pandufu değil hayatında ters giden şeyleri uzağa atmak ister gibiydi. İyice gerindi, orta sehpasıyla kanepe arasındaki dar alandan kapıyı nişanladı. He he!.. Bulunduğu yerin bu iş için pek de uygun bir yer olmadığını umursamadı. Pandufu havaya bıraktı, sol bacağını hışımla ileri attı. Sol bacak yükselirken vücudunu sağ ayağının üzerinde dengede tutamadı, güm diye yere düştü. Anamm! Sağ kolunu sehpaya fena vurdu. Ahhh! Tekmeleyemediği pandufu kapıya doğru fırlattı. Terlik gürültüye koşup gelen karısının koluna çarptı. “Ne oluyor Güven, Allah aşkına?” dedi Mevlüde. “Hiç hayatım” dedi Güven bir şey olmamış gibi. Doğruldu, bir anda yanında bitiverdiği karısının zayıf yanaklarından öptü. “Hiç canım, ayağımdan fırttı.” Karısına sarıldı, bu kez başından öptü. “Bırak beni” dedi Mevlüde, “yemek yanacak.” Güven babacan bir tavırla “Boş ver yemeği” dedi, soğan kokulu, ufak tefek ama pek becerikli karısını kollarında iyice sıktı. “Ben bir piliç çevirme alayım, sen pilav yap; değişiklik olsun.” Karısının cevabını beklemeden dışarı fırladı. Mevlüde mutfak penceresinin önünde, elli metre ötedeki kasaba doğru seğirten kocasının arkasından baktı. Gülümsedi. Ocağa döndü sonra. Bezelyeyi yarın yeriz artık, ben hemen bi’ pilav yapayım. Hâlâ gülümsüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder