1 Ekim 2020 Perşembe

AŞK-I PARA

Parasının dijital bir rakamdan ibaret olmasını istemedi Güven; tuttu çekti, birkaç bin lirayı eve götürdü. Saydı, okşadı. Ellilikler, yüzlükler... Sevindi, gülümsedi, bir daha saydı. Ellilik, yüzlük, iki yüzlük. Şunlardan biraz daha olsa olmaz mıydı, ama olsun... Kurstan şu kadar, ek ders bu kadar, şu şuradan, bu buradan... Ohhh! Para! Ohhh, elli, yüz, iki yüzlükler... Avuçları terledi sevinçten, heyecandan; paralar hafiften nemlenir gibi oldu. Bir kenara koydu desteyi. Elini üfledi, nemi gidermeye çalıştı. Gözleriyle sehpadaki paralara baktı. Sıcacıktı az önce bıraktığında. Offf!

Hesap kitaba daldı sonra. Gelirler, giderler... Ne yapabilirdi? Şu sarışın ellilikleri, güzel mavili yüzlükleri, kızılımsı iki yüzlükleri çoğaltmanın bir yolu yok muydu? Ohhh para! Ağzından salya aktı, hemen sildi. Desteyi kavradı yeniden. Bir daha saydı. Offf! Gıcırları ayrı bir seviyordu. Yenileri ayıracaktı. Ufacık bir yıpranmışlık dahi olmayanları seçti önce. Hiç katlanmamış, matbaadan çıktıkları gibi gıcır gıcır, offf! Onları ayırdı. Burnuna götürdü, kokladı. Dört beş tanesini tam ortalarından katlayıp dişledi. Köpek dişlerinin izi çıkmıştı. Yerim sizi ben, Allah'ım şunlara bak... Çok güzel... İşaret parmağının ucuyla dişlerin oluşturduğu minik çukurlukları yokladı, ters çevirip başparmağıyla kabarıklığı gidermeye çalıştı. Ağzına yüzüne sürdü, bir daha kokladı paraları. Ellerde dolaşmaktan doğan para kokusu yoktu bunlarda, öyle pırıl pırıldılar. Eskileri aldı eline sonra. Onları da kokladı. Tanıdık para kokusunu duydu. O kokuyu da iyi tanırdı. Ohh! dedi, içine çekti. Bıraktı eskileri, yenileri aldı. Saydı. Ne tuhaf şey... Şu elinde tuttuğu kâğıt parçalarının kudretine şaştı. Şu iki yüzlüklerden dedi, mesela on deste olsa... On, çarpı yüz, çarpı iki yüz. Hesaplamaya çalıştı. Hata yapmak istemiyordu. Telefonundaki hesap makinesini açtı. Yazdı: 10 x 100 x 200. Eşittir: 200.000. İki yüz bin dedi şaşırarak, yüz tane olsa, 2 milyon... Aman Allah'ım! Abartmayayım, elli olsun. Ve… 1 milyon. Elli deste nedir ki ya aslında... Desteleri iki eliyle kavradığını düşündü. Bir avuç para... 1 milyon. Orta halli beş ev alabilirim, faize yatırsam aylık 8-10 bin yapar, offf!

Vaktin nasıl geçtiğini anlamadı. Panikledi. Karısı kendisinden daha az sevmiyordu parayı ama yine de parayla oynayıp durmasını onun görmesini istemezdi. Utanır gibi oldu. En iyisi televizyon ünitesine koyayım, uzaktan bakarım, hanım televizyon izliyorum sanır. Hem  hayal kurmaya da devam ederim. Bir an bu denli para düşkünlüğü göstermiş olmasını kendine yediremeyip öfkelendi. Küfürler savurdu. Lan lafa gelince herkes şunları küçümser, para nedir ki falan der... Adi yalancılar! Hepiniz köpek gibi şu kâğıtlar için yaşıyor, koşturuyorsunuz... Kimi kandırıyorsunuz! "Bir şey mi dedin Güven?" diye sordu karısı. İçimden geçenleri de mi duymaya başladı bu kadın? Allah Allah! "Yok canım, haberlere bakıyordum, kötü... Ona söylenmişimdir." dedi, eşikte ıslak ellerini önlüğüne silmeye çalışan karısı Mevlüde'ye. Televizyondaki reklamı görmeden, bezelyeli patates kokusunun yayıldığı mutfağa geri döndü karısı.

Karısı mutfağa geri döndü; Güven hayalindeki renkli dünyaya dönemedi ama, morali bozulmuştu. Bir türlü eline geçmeyen milyonlar, güpgüzel evler, bonfileler, pirzolalar uzakta; kirada oturduğu antika ev, sıska karısı ve bezelyeli patates burnunun dibindeydi. İyi veya kötü hiçbir şey düşünmek istemiyordu artık. Kalktı, eline geçirdiği yıpranmış pandufu bir top gibi sektirmeye çalıştı. Birkaç kez denediyse de ikiden fazla sektiremedi. Amaan!.. Tuttu pandufu kapıya doğru degaj yaptı. Pardon, daha yapmadı, yapmaya karar verdi. Eskimiş pandufu değil hayatında ters giden şeyleri uzağa atmak ister gibiydi. İyice gerindi, orta sehpasıyla kanepe arasındaki dar alandan kapıyı nişanladı. He he!.. Bulunduğu yerin bu iş için pek de uygun bir yer olmadığını umursamadı. Pandufu havaya bıraktı, sol bacağını hışımla ileri attı. Sol bacak yükselirken vücudunu sağ ayağının üzerinde dengede tutamadı, güm diye yere düştü. Anamm! Sağ kolunu sehpaya fena vurdu. Ahhh! Tekmeleyemediği pandufu kapıya doğru fırlattı. Terlik gürültüye koşup gelen karısının koluna çarptı. “Ne oluyor Güven, Allah aşkına?” dedi Mevlüde. “Hiç hayatım” dedi Güven bir şey olmamış gibi. Doğruldu, bir anda yanında bitiverdiği karısının zayıf yanaklarından öptü. “Hiç canım, ayağımdan fırttı.” Karısına sarıldı, bu kez başından öptü. “Bırak beni” dedi Mevlüde, “yemek yanacak.” Güven babacan bir tavırla “Boş ver yemeği” dedi, soğan kokulu, ufak tefek ama pek becerikli karısını kollarında iyice sıktı. “Ben bir piliç çevirme alayım, sen pilav yap; değişiklik olsun.” Karısının cevabını beklemeden dışarı fırladı. Mevlüde mutfak penceresinin önünde, elli metre ötedeki kasaba doğru seğirten kocasının arkasından baktı. Gülümsedi. Ocağa döndü sonra. Bezelyeyi yarın yeriz artık, ben hemen bi’ pilav yapayım. Hâlâ gülümsüyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder