3 Aralık 2020 Perşembe

SEVGİLİ YURT KONSERVE

Sevgili Yurt Konserve,

Belki Sayın Yurt Konserve demem gerekirdi. Bir tüzel kişiliğe sevgili diye hitap etmek uygun görülmeyebilir. Ama bence sorun olmaz bu, olmamalı. İnsan yeri geldiğinde bir konserveyle ilişkisini türlü kurumsallıkların ötesine taşıyabilmeli, öyle değil mi?

Sevgili Yurt Konserve, belki inanmazsın ama ben bir roman kahramanıyım. Adım Ömer İncelikli. Sanırım sana bu mektubu neden yazdığımı açıklamam gerekecek. Doğrusunu istersen ilginç bir sebebi yok. Tekdüze yaşamımda sana bu mektubu yazdıracak ne olağanüstü bir gelişme yaşadım ne de şaşırtıcı bir aydınlanma. Söz konusu olan şeye manevi bir içe doğma da diyemeyiz. Sadece geçenlerde bir mektup yazma hummasına tutuldum ve mektup yazmaya karar verdim. Hepsi bu.

Bu ilk mektubum, biliyor musun? Şanslısın. Başta ilk mektubu sana yazacağımı hiç düşünmemiştim. Başka kişiler vardı kafamda. Nasıl olduysa sen aklıma geldin ve hiç tereddüt etmeden masaya oturdum, bu satırları yazmaya başladım. Bu kararlılığımda sana seneler önce bir mektup yazmayı düşünüp yazmamış olmam etkili oldu sanırım. (Yani bir nev’i günah çıkarma diyebiliriz bu mektubuma.) Bundan belki on beş sene önce sana bir mektup yazmayı düşünmüştüm. Bütün içtenliğimle, bütün duygusallığımla sana kısa bir mektup yazacak ve postalayacaktım. Olmadı. Kısmet bugüneymiş. Ama bir fark olacak: Bu mektubu göndermeyeceğim, mütevazı bloğumda yayımlamakla yetineceğim. Umarım denk gelir de açar okursun ya da tıklar okursun, bilemeyeceğim. Okumazsan da canın sağ olsun. Dediğim gibi bu mektupları okunsun diye yazmayacağım, zaten bazılarını hayatta olmayan kişilere veya cansız varlıklara yazacağım için okunmalarının imkânı yok.

Bu kısa açıklamayı yaptıktan sonra gelelim seninle tanışmamıza. Seni ilk 2005’te tanıdım. (Seni daha önce de görmüş veya varlığından haberdar olmuş olabilirim.) Öğretmenliğe yeni başlamıştım. Anadolu’nun küçük bir kasabasında, küçük bir lisede çalışıyordum. Zar zor bulduğum bakımsız bir evde türlü haşeratla birlikte yaşıyordum. Dört duvarın içini yavaş yavaş bir yuvaya çeviriyor, ev eşyalarımı tamamlıyordum. Mutfak için tas tabak, tencere tava gibi gereçler edinmiştim. Annem evdeki fazlalıklardan epey vermişti zaten. Zamanla ihtiyaç duyduğum diğer eşyaları da aldım. Bu süreçte yemeği dışarıda yiyor veya hazır gıdalar satın alıyordum. İşte seni bu arada keşfettim: Bir kez barbunya pilakini aldım, beğendim ve yıllarca almaya devam ettim. Çok zarif bir kutuyla satılıyordun:
yurt barbunya pilaki
Bir yazarın da şurada (1) belirttiği gibi üzerinde açma halkan olduğu için nur cemalinle ve enfes kokunla tanışmak oldukça kolaydı. İçeriğin 400 gramdı; yanında pilav, salata veya turşu gibi ek yiyecekler olduğu takdirde seni bitirmem zordu. Bazen soğan ekmekle, çoğu zaman da yine senin yaptığın kornişon turşusuyla yiyordum seni ama yine de arttığın oluyordu. Bu durumda da plastik kapağını kapatıp dolaba koyuyordum. Parmak kadar plastik çatalın da güzeldi, atmaya kıyamadığım olmuştur kaç defa. Seni zamanla dip tutturmadan ısıtmayı da öğrenmiştim. Ateşi çok kısık tutmak ve arada bir karıştırmak yeterliydi bunun için. Ne öğünler savdım seninle sevgili Yurt Barbunya Pilaki! Eminim sadece benim değil yüz binlerce yalnızın, üşengecin, hep katı beslenip durmayayım arada lifli gıdalar da tüketeyim diyenin, acelesi olanın, yemek yapma becerisi olmayanın, bütçesi sınırlının, bütçesi sınırlı olmadığı hâlde cimrilik yapanın, gurbet ellerde ailesinden uzaklarda çalışanın, öğrencinin, bekârın can simidi oldun.

Elbette, seni güzel kutuna kanıp da almadım; minik çatalına, şeffaf kapağına aldanmadım. Bunlara kaç kere kanar insan? Bir, bilemedin iki. Peki, öyleyse neden tükettim seni yıllarca? Tadın güzeldi çünkü.  Evet, lezzetliydin; içinden çıkmaması gereken hiçbir şey çıkmadı; pis kokan, yanık veya çiğ örneğini de hatırlamıyorum. Barbunya, havuç, soğan oranı da hiç şaşmazdı neredeyse. Ee, hesaplı zincir marketler sayesinde fiyatın da çok uygun olunca seni niye alıp yemeyecektim ki?

Sevgili Yurt Konserveciğim sadece barbunya pilakinle yetindiğimi düşünmüyorsun ya? Düşünme tabii. Bir ara etli kuru fasulyene dadandım. Harikaydı gerçekten. Et oranı da oldukça fazlaydı, evde yapsak o kadar et atmazdık herhâlde. Yaprak sarmanı, patlıcan kızartmanı da denedim Yurt’um. Onlar da lezzetliydi doğrusu ama barbunyan ve kurun bir başkaydı. Pilakini, kurunu yıllarca yedim. (Etli kuru fasulyeni bir süre sonra alışveriş yaptığım yerlerde göremedim, yoksa onu da çok uzun zaman tüketmeye devam ederdim.) Bunlara turşularını da eklemeliyim tabii, özellikle kornişonu.

İşte böyle Sevgili Yurt Konserve! Seni tanıdığıma çok memnun oldum. Seni hiçbir zaman unutmayacağımı da bilmeni isterim. Seni eskisi kadar olmasa da zaman zaman alıp yiyorum. Yerken birkaç kaşıktan sonra dalıp gittiğim de oluyor. Eski günleri anıyorum, ilk atandığım küçük kasabayı, oradaki küçük okulumu... Kendimi yakınlardaki küçük gölette balık tutarken, meşhur vadide yürürken buluyorum. İçimdeki ezikliğin düzenli olarak her ayın on beşinde yatan miktarla falan geçmeyeceğini anladığım, unutmak isteyip de unutamadığım sancılı karanlık geceleri hatırlıyorum. Bir ân, öğretmen olamayacak kadar zeki olduğunu derin bir üzüntüyle fark edip de ne yapabilirim diye çırpınan acılı bir genç beliriyor zihnimde. O gence selam çakarken gün batımının inanılmaz görüntüleri geliyor gözlerimin önüne. Çetin kışları, yağmurlu serin baharları, tozlu yazları anımsıyorum. Saatlerce seyre daldığım Hasan Dağı ağırbaşlı haşmetiyle hemen yanımda dikiliveriyor sanki. Bana o sessiz kasabayı, orada hiç geçmeyecekmiş gibi yavaş aktığı hâlde geçip gitmiş yılları hatırlattığın ve tekrar yaşattığın için de teşekkür ediyorum sana.

Onca şeyi yâd ederken neden o kasaba için de bir mektup yazmayayım diyorum şimdi. Gördün mü, bak, ikinci mektubumu kime yazacağımı da belirlemiş oldun. Evet, sonraki mektubu pek çok fotoğrafına da yer vererek o beldeye yazalım. (Dayanamadım: O fotolardan birini, şu muazzam gün batımını burada da görelim istedim.)


Sevgili Yurt Konserveciğim, satırlarıma son verirken selam eder, şuradan (2) okuduğum kuruluş hikâyeni ilginç, göz attığım siteni (3) de biraz amatör bulduğumu eklemek isterim. Kendine iyi bak, ürünlerini bozduysan düzelt, bozmadıysan daha güzellerini üret, tamam mı? Para versen bu kadar güzel reklam yaptıramazsın, beni ele güne mahcup etme lütfen. Son olarak kornişon turşunu kıtlatır, suyunu hüpletir, pilakine ekmek banar, etli kurunu kaşıklarım canım. (4)

----------

(4) Firmanın arkasındaki sermayeyi, kim olduklarını, ürünlerinin son durumunu bilmiyorum sevgili okurlar. 

                                                                                                                     01.01.2020, Çarş. (M-1)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder