29 Ocak 2021 Cuma

KAMELYALI KADIN (ALEXANDRE DUMAS FILS)

(Alexandre Dumas (Fils), Kamelyalı Kadın, Çev. Tahsin Yücel, İş Bankası Kültür Yayınları, XVI. Basım, Eylül 2020, İstanbul, s. 234)

Kamelyalı Kadın’a romanlarda en çok okunan romanlardan biri diyebiliriz. Konuyla ilgili çalışmalara bakmadım ama en çok okunan eser bile olabilir. Malum bazı romanlarda, özellikle içli kızlar bu türden aşk romanları okurlar sürekli, aşkı bu romanlardan tanırlar. Tanzimat romanında, daha sonra Servet-i Fünûn’da vardır bunun örnekleri. Peyami Safa’nın eserlerinden de hatırlıyorum.

Kamelyalı Kadın romanını okumaya karar verince işte onun bu özelliği aklıma geldi. Bu niteliğinin nereden kaynaklandığını anlamak zor değil. Bu özelliği onun yalnız acıklı olmasından kaynaklanmıyor bence, çünkü bu türden bir sürü roman var; Kamelyalı Kadın gerçekçi anlatımı ve sağlam kurgusuyla öne çıkmış olabilir.

Eser, Üç Silahşörler ve Monte-Cristo gibi meşhur romanların yazarı Alexandre Dumas’nın (père / baba Dumas) oğlu Alexandre Dumas’nın (fils / oğul Dumas) daha 24 yaşındayken yazdığı, kendi yaşadıklarına dayanan bir aşk hikâyesi. 1848’de yayımlanmış, 1852’de oyunlaştırıldıktan sonra iyice ünlenmiş.

---spoiler---

Roman kibar fahişe Marguerite Gautier ile genç bir burjuva olan Armand Duval arasındaki trajik aşk hikâyesini anlatıyor. Marguerite, kamelya çiçeği taktığı için Kamelyalı Kadın olarak tanınıyor. Armand, Marguerite'e âşık olur. İkili sevgili olurlar ve birtakım zorluklardan sonra beraber yaşamaya karar verirler. Fakat bu beraberlik, Armand'ın, yasadışı ilişkinin yarattığı skandaldan endişelenen ve Armand'ın kız kardeşinin evlilik şansını yok edeceğinden korkan babası tarafından bozulur. Armand, Marguerite'in onu başka bir adam için terk ettiğine inanır; gerçekleri genç yaşında veremden ölen Marguerite'in kendisine bıraktığı mektuplardan öğrenecektir.

---spoiler---

Yazar Dumas, geçmişine rağmen Armand'a olan samimi sevgisi dolayısıyla yücelttiği Marguerite'in uygun bir portresini ve zamanın ahlak anlayışına uymak zorunda kaldıkları için aşkı paramparça olan iki sevgilinin acısını dokunaklı bir şekilde başarıyla yansıtır. (Eserde Abbé Prévost'un bir romanı olan Manon Lescaut’a (1731) atıflar vardır. Atıf yapılan romanda kahramanın Manon’a duyduğu aşkın aksine Kamelyalı Kadın’da Armand’ın aşkı, servetini ve yaşam tarzını onun için feda etmeye hazır bir kadına yöneliktir.) Roman aynı zamanda 19. yüzyıldaki Paris yaşamının ve fahişelerin kırılgan dünyasının tasviriyle de dikkat çekmektedir.

Şimdi birkaç tespitimi aktarayım:

* Romanda Kamelyalı Kadın’ın nasıl olup da o yola girdiğiyle, okuma yazma bilmeyen bir köylü kızıyken bir kibar fahişeye nasıl dönüştüğüyle ilgili bilgi yok. (Bir yerde çocukken annesinden dayak yediğini falan söylüyor…)

* Eserde hem Marguerite hem de yine (gözden düşen) bir fahişe olan Prudence nasıl bir hayat sürdüklerinin ve kendilerini nelerin beklediğinin bilincinde insanlar olarak görünüyorlar. Yani bizim melodramlarımızdakinin aksine kader kurbanları gibi görünmüyorlar hiç.

* Çevirmen Tahsin Yücel, courtesan için yosma sözcüğünü kullanıyor. Eseri çevirdiği yıllarda (Başka bir yayınevinde 1963’te basılmış.) yosma kullanılıyor muydu, kullanılıyorsa courtesan anlamına geliyor muydu bilmiyorum ama bu eşleştirme pek de uygun gelmedi bana. Bunun yanında -tahmin ettiğimden daha az olmakla birlikte- Yücel’in bazı kelime tercihlerini de tuhaf ve komik bulduğumu söylemeliyim. İstisna yerine kuraldışı diyor mesela. Temiz dememek için arı, beyaz dememek için ak demesi de insanı güldürüyor :) Elbette temiz ve arı sözcükleri her durumda birbirinin yerine kullanılabilecek sözcükler değil, bazı farklar tabiî ki var; fakat Yücel’in meselesinin bir nüansı vermek olmadığı da belli. Bu çeviriyi satın almakla bile bile lades oldum. Başka bir çeviriye bakın, Yücel’inkini tercih etmeyin diyebilirim.

* Romanın konusunu yazarken yararlandığım şu adreste Marguerite’in veremden değil frengiden öldüğü gibi birkaç spekülasyon ve esere dair daha pek çok bilgi bulmak mümkün. Merak edenler bakabilir.

Şimdi de birkaç alıntı yapma zamanı:

“Ben bir ilkeye inanıyorum yalnız, bu ilke de şu: İyiliği eğitim yoluyla öğrenememiş bir kadının önünde, iyiliğe giden iki yol açar Tanrı; hemen her zaman böyledir: Biri acı, biri de aşktır bu yolların. Çetin yollardır bunlar; bu yollara giren kadınlar ayaklarını kanatırlar, ellerini parçalarlar, ama yolun dikenlerine günahın süslü giyimlerini de bırakırlar aynı zamanda, Tanrı önünde yüz kızartmayan çıplaklıkla erişirler amaca. [s. 20]”

“Kadınlar sevmedikleri insanlara karşı acımasızdır. [s. 68]”

“Erkeklerin berbat bir hastalıkları vardır, kendilerini üzecek şeyleri ille de öğrenmek isterler. [Kamelyalı’dan Armand’a, s. 83]”

“Erkekler, elde etmeyi uzun zaman bekledikleri şey onlara verilince tatmin olacak yerde sevgililerine şimdinin, geçmişin, hatta geleceğin bile hesabını sorarlar. Ona alıştıkça, egemen olmak isterler; ne kadar çok verilirse, o kadar fazlasını isterler. [Kamelyalı’dan Armand’a, s. 85. Başka bir çeviriyle harmanladım, dikkat!]”

“Onu başkaları gibi bir yosma olarak görmemekte hâlâ inat ediyordum, tüm erkeklerde rastlanan şu boş gurur duygusundan ben de kurtulamıyordum, kendisine duyduğum eğilimi onun da bana duyduğuna, hem de karşı konulmaz bir biçimde duyduğuna inanmaya hazırdım. [Armand’dan, s. 88]”

“Bu uyumuş kent benimmiş gibi geldi bana; belleğimde o zamana kadar mutluluklarına imrendiğim kişilerin adlarını arıyordum; birini anımsayıp da kendimi ondan daha mutlu bulmadığım olmuyordu. [s. 100]”

“Aşkı hep kırla bir araya getirmişler, iyi de yapmışlar: hiçbir şey sevilen kadını mavi bir gök, kokular, çiçekler, meltemler, tarlaların, koruların yalnızlığı kadar çevreleyemez. Bir kadın ne kadar çok sevilirse sevilsin, kendisine ne kadar güvenilirse güvenilsin, geçmişi geleceği konusunda size ne kadar güven verirse versin, yine de az çok kıskanılır. Eğer âşık olmuşsanız, ciddi ciddi âşıksanız, tamamıyla yaşamak istediğiniz varlığı dünyadan ayırmak ihtiyacını duymuş olmalısınız. Sevilen kadın çevresindekilere ne kadar ilgisiz olursa olsun, insanlara ve eşyalara temas ettiğinde kokusundan ve birliğinden bir şeyler kaybediyormuş gibi gelir. [Bilmediğim başka bir çeviriden. Yücel çevirisinde s. 141]”

“Ne yazık! Uzun zaman mutlu olamayacağımızı anlamışçasına, mutlu olmakta acele ediyorduk. [s. 150]”

“Bir kadını sevmek ne demektir, bilirsiniz, günler nasıl kısalıverir, insan kendini ne sevdalı bir tembelliğe bırakır, bilirsiniz. Şiddetli, güvenli, paylaşılmış bir aşktan doğan şu her şeyi unutmayı bilmez değilsiniz. Sevilen kadın olmayan her varlık, gereksiz bir varlık gibi görünür. Daha önce yüreğinin bazı parçalarını başka kadınlara attığına pişman olur insan, ellerinde tuttuğu elden başka bir el sıkmayı olanaksız bulur. Beyin ne çalışma kabul eder, ne anı, durmamacasına önüne sunulan biricik düşünceden uzaklaşmasına yol açabilecek hiçbir şeye yanaşmaz. Her gün sevgilisinde yeni bir çekicilik bulur insan, bilinmedik bir haz bulur. [s. 153]”

“Tutkular duyguları güçlü kılar. [Başka bir çeviriden, Yücel’de s. 168]”

“Marguerite’in anısı yakamı hiç bırakmıyordu. Fazla sevmiştim, fazla seviyordum bu kadını, birdenbire ilgisiz kalamazdım ona. Ya onu sevmem ya ondan nefret etmem gerekiyordu. [s. 191]”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder