Merhaba Sevgili Okurum,
Bak ne düşündüm: Sana her hafta
bir mektup yazacağım. Her Pazartesi. Bazen hızımı alamayıp haftada birden fazla
da yazabilirim, sorun yok, değil mi? Bu mektuplar 300 kelimeden oluşsun;
zamanını çok çalmasın, okurken seni bunaltmasın... Öyle uzun uzun cümleleri
olan, âlimane bir şey de olmasın bu metin; vıcık vıcık duygusallıktan da beri
olsun, yapaylıktan uzak olsun… Bir değeri olacaksa bunu içtenliğinden alsın,
olmaz mı? Harika, dediğini duyar gibiyim; teşekkür ederim canım okurum benim.
Nasılsın bakalım, umarım
iyisindir? Ne yapıyorsun, nasıl harcamaktasın ömür sermayesini? Bendeniz, hani
nasıl denir, biraz moralsizim. Bir hanımla tanışmıştım, iyi anlaşıyorduk; bir
anda irtibatı kesti. Anlam veremedim, sarsıldım biraz. Onun dışında, şükür, her
şey yolunda. Okuyup yazıyorum, yiyip içip geziyorum, bol bol düşünüyorum. Bir
insanın dünyaya bunların dışında bir şey için gelmesini oldum olası
garipsemişimdir zaten. Hele çalışmak çok saçma. Nasıl da yüceltiyor zamanımız
çalışmayı! Tembelliği, yavaşlığı kınım kınım kınıyor da eskiden sadece
kölelerin yaptığı şu çalışma olgusunu göklere çıkarıyor. Ah, ah! Beyaz adam
sadece, paranın yenmeyen bir şey olduğunu değil çalışmanın işe yaramadığını da
anlayacak. İşe yaramamak bir yana felaket getireceğini de anlayacak. O yüzden
mümkün olduğunca boş işlerle uğraşıyorum ben sevgili okur.
Bazen topluma karışmaya
çalışıyorum. Aylak insan arıyorum biteviye. Hayda, “biteviye” de nereden çıktı,
diye sormadın, değil mi? Sorabilirsin. Böyle ukalalıkları yapmasam olmuyor
sanki. Ama, valla aklıma ilkin o kelime geldi, değiştirmek istemedim. Neyse,
bilmiyorsan söyleyeyim; “biteviye”, durmadan demek, sürekli demek. Evet,
insanların arasında onların telaşına ilgisiz, şehrin hayhuyuna kayıtsız
birilerini arıyorum. Durup düşünen birilerini, gözüne sokulanı değil, gözünden
ırak tutulanı görmeye çalışan birilerini… Nafile! Trafik, uğultu, gürültü,
koşuşturmaca… Şov dünyası… Hep daha fazlasını yapma zorunluluğundaki sonu
gelmez teşhir… Topluma karışma girişimim sonuçsuz kalıyor, tozdan kirden yanan
gözlerle dönüş yolunda buluyorum kendimi. Evime dönüyorum. Evime değil, kafamın
içine demeliydim aslında, bana dört duvar arasında yaşadığımı unutturan kafamın
içine.
Ah, sevgili kafamın içi! Pardon;
ah, sevgili okur, diyecektim. Evet, canım okurum, bu ilk mektup burada bitsin.
Hoşça bak zatına, sıkılırsan, sahici bir şeyler ararsan, iç dünyana dön,
istediğin gibi at koştur. Hem, orada hayal kırıklığına yer yok, değil mi? ;)
---
NOT:
- 300 kelimeyi geçmeyecek,
- En az haftada bir yayımlanacak,
- Konu serbest olacak,
- Görsel içerebilecek,
- Netameli konulardan uzak
duracak,
- İlk hâli üzerinde zaman içinde
ufak çaplı değişiklik ve düzeltmeler yapılabilir,
- 100 tane olunca/olursa,
yayımlanmayacak da olsa, kitap hâline getirilebilir.
Aklıma gelen başka bir şey olursa
yazacağım.
26.08.2024, Pazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder