Merhaba Sevgili Okur,
Yine kavuştuk. Nasılsın bakalım?
Bendeniz şükür iyiyim. Bugün yine sıkça takıldığım çay bahçesine gittim. Daha
aramadan tanıdık yüzler karşıladı beni. Büyük bir kısmı kartlaşmış zamparalar,
yaşı başıyla barışamamış geçkin kokoşlar, arayan ve aranan dullar, aldatıldığı
için aldatma isteğiyle yananlar, boşanamamanın acısını sigara dumanıyla
çıkarmaya çalışanlar, içine kapanık edepliler, gözleri fıldır fıldır arsızlar,
geçerken uğrayanlar, iş çıkışı soluklanmak için konaklayanlar, birini orada
beklemeyi tercih edenler, işi zaten büyük ölçüde orada “beklemekten” ibaret
olanlar, evine bir iki saat daha geç gidebilmek için daha uygun bir yer
bulamayanlar, emekliler, hemen her yaştan bir alay işsiz güçsüz…
Gerçekten öyle ilginç insanlar
gördüm ki!.. İnan, yukarıdaki listeyi sayfalarca uzatabilirmişim gibi geliyor.
Bunlardan özellikle çok ilginç bir tanesiyle ilgili notlar da almıştım.
Bulabilirsem bir ara bahsederim.
Bu yürüyen can sıkıntılarını
tanımam kolay olmadı. Uzun bir süre, benden pek de beklenmeyecek bir azimle
devam ettim bu mekâna. Böylece, dikkatli birinin birkaç günde fark edebileceği
şeyleri uzunca bir süre sonra yüzeysel de olsa sanırım ben de fark etmiş oldum.
Bu süreçte fark ettiğim şeylerden
biri de en değerli sermayemiz olduğu söylenen zamanımızın pek de değerli
olmadığıydı. Gözlemlediğim yüzlerce insanın tek isteği, önlerindeki “kahrolası”
saatleri eritmek, günü bir şekilde doldurmak veya geçirmekti. Aynı sıkıcı
saatler yarın da, öbür gün de, bir ay ya da bir yıl sonra da karşılarına
acımasızca dikilecekti. Bunu bilmez değillerdi elbette, fakat önceliği o güne,
o günün sıkıcı saatlerine veriyorlar, yarınsa aynı ruh hâliyle devam ediyorlardı.
Bu insanlar niye yaşıyorlardı?
Nasıl bir ömür istedikleri sorulsa uzun bir ömür isteyeceklerdi üstelik. Ama
neden? Hayat sıkıcı da olsa yaşanmaya değer miydi? Yıllarca aynı bunaltıyla
geçirmeye çalışacakları saatlerin az veya çok olması neden önemliydi? Sıkılmak
da yaşamın bir parçası mıydı? Saatlerin geçmediğinden yakındıklarında bile bir
yandan da içten içe keyif mi alıyorlardı? “Ne güzel; hiçbir şey yapmadan,
sadece sıkıla sıkıla geçirebileceğimiz uzun zamanlarımız var bizim” mi
diyorlardı? Bir gün, başka bir günden daha az veya daha güzel mi
sıkılıyorlardı?..
Ya sen, ne diyorsun bu işe
sevgili okur?
28.08.2024, Çarş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder