Bir bağçe... Hepsi bilerek bakımsız (özgür) bırakılmış ısırgan otları, yer elmaları, yaban gülleri, kasımpatıları, lavantalar... Biraz bakım yapılmış elma, armut, erik, kayısı, şeftali, kiraz, ayva, hünnap, Trabzon hurması... Belki incir ve zeytin ve dahi nar...
Dal budak, çalı çırpı... Bunlarla
çevrili can çekişen bir kulübe... Yanında zamana meydan okuyan heybetli bir
kütük... Derme çatma ahşap merdiven... Ömrünü tamamlamış bir el arabası... Kilo
almamaya yeminli çevik tavuklar, mutlu ördekler ve belki birkaç da şapşal kaz...
Bir köşede birbirine karışmış bir
yığın alet edevat… Teller, tenekeler, sapı kırılmış bir kazma, ağzı erimiş bir
kürek, iki büklüm bir tırpan, paslı bir tahra, emayeleri atmış bir tencere, yarısı
toprağa gömülü bir ızgara, kolları yamulmuş bir fıskiye, dişleri enikonu
eksilmiş bir testere… Arayınca bulunamayacak, aranmazsa elimize geliverecek
daha bir sürü şey…
Ve bir adam… Sait Faik’in görmüş
olsa öyküsünü yazacağı biri… Orhan Pamuk’un merhaba bahçıvanı belki… Muhtemelen
Kazancakis’in yeterince canlı bulmayacağı, Dostoyevski’ye ise fazla sıradan
gelecek bir adam… Evet, o yaşıyor bu bağçede.
Ona bir selam göndermeye ne
dersin sevgili okur?
11.12.2024, Çarş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder