“Şu çirkin suratları görmeyecek olmamın vereceği mutluluk hiçbir şeyle değişilmez,” dedi. Sınıfın tek efendi öğrencisi Emre’nin bu cümleye biraz üzüldüğünü düşünüp “Sen hariç oğlum Emre, sen uslu bir çocuk oldun hep.” Devam etti. “Çok param olsa, zengin olsam ne yapardım? Şaka bir yana, sizlerden ayrılacağım için üzülürdüm. Yıllardır bu işi yapıyorum. Öğrencilerim olmadan nasıl yaşarım ben? Sanırım çok param da olsa öğretmenliğe devam ederdim çocuklar.”
Emre, söylenenlerin
doğru olmadığını biliyordu. İzzet Hoca’nın bu yel ve ergenlik kokulu
sınıflardan nefret ettiğini, gürültü patırtıya hiç gelemediğini çoktan fark
etmişti. Zavallı adam bu mesleği yapacak son kişilerden biri olmasına rağmen
bir kurtuluş yolu bulamamış, göz göre göre sadece yaşamını heba etmemiş,
sağlığını da bozmuştu.
Emre, öğretmen
olamayacak kadar zeki, duyarlı ve yumuşak olan bu adamın anlattıklarından çok
şey öğrenmişti. Onun derslerinde hiç sıkılmamış, yeri geldiğinde edebiyatı,
tarihi, felsefeyi harmanlayan, arada ilginç geometri soruları soran, bazen
dersi İngilizce anlatmaya kalkan bu saf adama hem hayranlık duymuş hem de biraz
acımıştı.
Emre’nin
öğrendiği en önemli şeyse yeterince cesur olamamanın mazereti olarak ileri
sürülen şeylerin birer bahaneden başka bir şey olmadığıydı. Gerçi, Emre bu
bilgiyi İzzet Hoca’nın anlattıklarından çıkarmadı; ama o zavallı adam olmasaydı,
onu tanıyıp gözlemlemiş olmanın bahşettiği bu çok değerli deneyimden, her zaman
hatırlayıp yaşamı boyunca bir düstur hâline getireceği bu bilgiden de mahrum
kalacaktı.
12.04.2025, Ct.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder