Sokağımın başındaki pek de işlek olmayan otobüs durağında aynı adamı, beş yıldır, yaz kış demeden hep otobüs beklerken görüyordum. Hâliyle merak ettim. Günlerce izledim. Saat 07.00-08.00 arasında durakta bekliyor, sonra sanki beklediği otobüs gelmemiş gibi birkaç yüz metre ilerideki evine yürüyordu. (Evet, takip ettim.) Hafta içi her gün, istisnasız. Kimseyle konuşmuyor, pek belirgin olmasa da sağını solunu kolaçan ediyordu. Sanki yaşamının tek amacı buydu.
Bir gün simidimi
paylaşmayı denedim. Başka bir gün cebimden çakmağımı çıkarıp, “Sizin mi acaba,
yerde buldum da,” dedim. Yağmurlu bir günde şemsiyemi teklif ettim. Bir kış
günü, belki dikkatini çeker de bir şeyler söyler diye, evine gidene kadar
yanında tişörtle bekledim. Ne yaptımsa olmadı.
Sonunda omuz
atmaya karar verdim. Hiç de yavaş olmayan bir biçimde tam çarpmak üzereyken
yana çekilip sırtıma bir yumruk indirdi. Yere kapaklandım. Hemen doğrulmadım,
acı çekiyormuş gibi yaptım. Başucumda dikildi. “Ne yapmaya çalıştığını
biliyorum,” dedi. “Gel, anlatayım.”
Yakınlardaki bir
kafeye oturduk. Anlattı. Bir kadın görmüş o durakta. Canı bir daha görmek
istemiş. Göremedikçe görme isteği artmış. Olur da yine karşısına çıkar diye
yıllardır durağa geliyormuş. Hepsi buymuş. Yalan attığından neredeyse emindim.
Çaktırmadım. “Kimdi o, nasıl biriydi?” diye sordum. Telefonunu çıkardı. Fark ettirmeden çektiği bir fotoğrafı gösterdi. Şaşırdım kaldım. Bu, beş yıl önce
gıda zehirlenmesinden ölen komşumuz Okşan Hanım’dı. “Güzel kadınmış,” dedim.
Adamla hâlâ
karşılaşıyoruz. Yine konuşmuyoruz, ama bakışlarımız karşılaşınca gülümseştiğimiz
oluyor arada.
25.04.2025, Cuma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder