Muzaffer Tülgeyik açık göğe baktı. Başını kaldırınca esiveren lavantalı serinlik boynunda yumuşadı, göğüs kılları arasından bütün vücuduna yayıldı. Tatlı tatlı ürperdi, diyemem. Ürpermedi de diyemem. Ama kesin bir şeyler oldu. Olmasaydı, başını indirirken ayaklarının ucuna iki damla gözyaşı düşer miydi?
Başını tekrar
geriye attı Muzaffer. Bu kez kapalı gözleriyle baktı gökyüzüne. Pir’in
türbesinin önünde, gecenin üçünde… Bir ince mil geçti sol yanından. Bir yumak
çözüldü, bir tespih dağıldı. Yaşamın ışıltılı billuru tuzla buz oldu, menevişli
pullar etrafa saçıldı. Muzaffer öylece kalakaldı; ne ileri, ne geri adım
atabildi. Zaman durdu, evren Pir’in bir cümlesine dönüştü, zihninin
duvarlarında yankılandı: “Yara, ışığın sızdığı yerdir.”
Muzaffer Bey’e sorsak, ne oldu diye, anlatır mıydı? Belki susar, belki gözlerini tekrar göğe dikip, “Bilmem, bir şey oldu işte,” derdi. “Bazı anlar kelimelerin dar kalıplarına sığmaz, sadece yaşanır,” demeyeceğini düşünerek sana da sormak istiyorum sevgili okur: Ne oldu dersin?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder