19 Temmuz 2025 Cumartesi

ZENGİN OLDUM AMA…

Üç yıl kadar önce, başarısız birkaç girişimden sonra kafamızı dinlemek ve gelecekte neler yapacağımızı düşünmek için can dostum ve ortağım Emre ile öylesine bir tura çıktık. Ayvalık taraflarına gelmiştik. Tostlarımızı yedik, ilçeyi dolaşmaya başladık. İğrenç bir koku vardı. Çok geçmeden kokunun görece azaldığı sahil tarafına adımladık. Emre hiç susmuyordu: “Son günlerde yeni bir şey yazamıyorum, bir anda boş bir tenekeye döndüm.” Sesinde sahici bir üzüntü vardı. “Daha önce de böyle zamanlar geçirmiştim, ama hiç bu kadar dert etmemiştim. Ne oldu abi bana?”

“Çantanı versene!” Ceplerinde bir şey taşımazdı Emre. Her şeyini koyduğu askılı bez çantasını hemen uzattı. Çantayı alıp omzuma taktım. “Gel,” dedim, kolundan çekip rıhtımın ucuna kadar götürdüm. “Deniz ne güzel, yüzmek ister misin?” Rıhtımın kenarına kadar geldi. İki elimle birden denize doğru ittim. Emre, şap diye sulara gömüldü. Yüzeye çıkıp bana döndü. “Üstün başınla biraz debelen,” dedim. Olur der gibi sırıttı.

Çıkınca bankta yanıma oturdu. “Aklıma bir fikir geldi. Seni denize itmeme de o fikir yol açtı zaten.” Ne fikriymiş demesini beklemeden devam ettim: “Damaklara diş çakılan, kafalara saç ekilen, damarlarda gezilen bir çağda, ilham sıkıntısı çeken yazarlara el atılmamış olması tuhaf değil mi, Emre’cim? Gel, biz de bu işe el atalım.”

Emre bana döndü, bön bön bakıyordu. “İyi de,” dedi, “beni denize itmek neden?”

“Yaşam deneyimi kazandıracağız insanlara dostum, başlarına gelme ihtimali düşük şeyleri yaşamalarını sağlayacağız.” Dalga geçtiğimi düşünüyordu. “Haydi, yola çıkıyoruz. Ayrıntıları Sapanca’da konuşacağız.”

Sapanca’da, yeşillikler arasında, kariyerimizin dönüm noktası olacak girişim için ayrıntılı bir planlama yaptık. Ankara’da bir ofis kiralayacaktık. İş büyük ölçüde internetten halledilecekti. Hazırladığımız paket programları satın alan müşterilerimize, cennet vatanımızın zorlu coğrafyalarında sürprizlerle dolu bir hafta yaşatacaktık.

Belki aranızda şu an ne durumda olduğumuzu merak eden vardır. Doğrusunu söylemek gerekirse, müşteri kitlemizi ilham sıkıntısı çeken yazarlardan, canı sıkılan geniş bir sürüyü kapsayacak hale getirmeseydik, çoktan iflas etmiştik. Şu an kazancımız da keyfimiz de yerinde. Özellikle arayış içindeki şehirli zengin tayfayı avlıyoruz.

Son programda, Toroslar’ın yalçın yamaçlarında, gürül gürül akan bir çay kenarında attığımız kampta, katılımcılara ilkel birer olta hediye ettik. “Bugün kumanya vermiyoruz,” dedik, “ancak avladığınız her balık için birer dilim ekmek vereceğiz.” Dünyanın en zor sınavını vereceklermiş gibi, sahici bir gurur ve ciddiyetle balık avlamaya çalıştılar. Ama dürüst olmak gerekirse, bir sürü insanı kandırdığım için biraz vicdan azabı duyuyorum. Asıl üzüntüm ise onları bu duruma düşüren yaşama biçimine karşı elimden bir şey gelmemesi. Yazık!

Not: İşbu satırları kendisini metinde arkadaşının yerine koyan ve artık esin sıkıntısı da çekmeyen, acemi girişimci ve amatör yazar Emre karalamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder