30 Ağustos 2025 Cumartesi

SOMUT ADIMLAR AT!

Ev taşıdım. Önce kiralamayı, sonra satın almayı düşündüm. Son olarak eski evimin karşısındaki kiralık daireye çıktım. Stresli bir süreçti benim için. Daha öncekiler de aynı şekildeydi. Bu süreçte şunu bir kez daha anladım: Ben bu yaşama biçimi veya bu toplum için gereken donanımlardan yoksunum. Bu donanımlara sahip biri olmak da istemiyorum açıkçası. Mesela yalan söylemek istemiyorum, uyanıklık yapmak, pazarlık etmek falan istemiyorum. Bu konuda, yani topluma veya yaşama biçimine adapte olma konusunda istekli olamadığım gibi içten içe ona karşı gelen bir özelliğim var. İnat eder gibiyim, doğru bildiğimden şaşmak istemiyorum sanki. Elimde olsa bütünüyle reddetmeye çalışırdım onu, mümkün olduğunca dışında kalmaya çalışırdım. Ne yazık ki henüz o kadar özgür değilim, ama özgürleşmeye çalışıyorum. Son yıllardaki bütün çabam bu yönde aslında. Hatta hayatımın önemli bir kısmı bu yöndeymiş farkında olsam da olmasam da.

Yanarım yanarım da bu bilinç düzeyine erken ulaşamadığıma yanarım. Hangi bilinç düzeyi? Şu: Senden istendiği gibi yaşayamazsın, o zaman istediğin gibi yaşamak için gerekenleri yap! Bu aslında büyük ölçüde FÖ ile ilgili. Sanırım benim yapmam gereken daha mesleğimi elime alır almaz kurtulmak için birikim ve yatırım yapmaktı. Bu işe on beş yıl önce bile başlamış olsaydım şimdi çok büyük ihtimalle kurtulmuştum. Yapmadım. Daha kestirme (!) yollarda zaman ve para kaybettim.

Geriye dönüp durmanın, pişman olup durmanın faydası yok. Bunu bildiğim hâlde pişmanlığa bir son veremedim. Neyse, en azından şimdi son vereyim geçmişe bakıp pişman olmaya. Yapmam gereken bu değil çünkü. Yapmam gereken saçmalamadan, sakin ve soğukkanlı bir biçimde hedefe ulaşmaya çalışmak. Kim bilir belki talih yüzüme güler, az da olsa erken gerçekleştiririm hayallerimi. 

Önümde altmış ayım var. Sadece finansal olarak yapmam gerekenleri değil, diğer koşulları da düşünerek hareket edeyim. Gerçi diğer koşullar da finansallıktan uzak değil, ama yine de dolaylı yoldan ilgili olduklarını söyleyebilirim. Mesela yaşayacağım bir yere karar vermek gibi. Şimdiden araştırayım, 2026 yazında tayin isteyeyim. Değişim istiyorsam hareket etmeliyim, somut adımlar atmalıyım.

7 Ağustos 2025 Perşembe

HÜZÜNLÜ GERİ SAYIM

Merhaba Sevgili Okur,

Nasılsın, iyi misin? Beni sorarsan… En iyisi sorma, olur mu? Yok, yok, bu senin hakkın, sorabilirsin. Nasıl olduğumu, neler hissettiğimi düşünürken babam aklıma geldi. Ondan, onun son zamanlarından söz edip kendi durumumla ilişkilendirmeye çalışacağım. Umarım, sağlıklı bir değerlendirme yaparım.

Babam ölümüne yaklaştıkça günleri hüzünlü bir geri sayım gibi yaşamaya başlamıştı. Babamın ölümünün yakın olduğunu elbette bilmiyordum. Zaten aniden, genç yaşta öldü. Bu kanıya onun ölümünden sonra, son zamanlarını düşününce vardım. Büyük olasılıkla ölmeyi hiç istemedi, hayatta kalmak için de çok çabaladı. Fakat bu durum ilk cümledeki tespitimi isabetsiz kılmıyor.

Hafızam beni yanıltmıyorsa ve edebiyat yapma isteğine yenilmiyorsam, son zamanlarında artık görmek için bakmıyordu, diğer bir deyişle bakışları görmek gibi bir amaca yönelik değildi. Dalıp gitmeleri artmış, konuşmalara katılması azalmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam iştahında önemli bir değişiklik yoktu, ama gittikçe azalacak gibi görünüyordu.

Aile üyelerinin geçtim girmeye çalışmayı, belki farkında bile olmadıkları ayrı bir dünyada yaşıyordu. Babam da bunun fark edilmesini istemiyordu büyük ihtimalle ve birilerinin o dünyasına girmesine de izin vermeyecekti doğal olarak.

Neden bilmem, o zamanlar melankoliyi bile entel dantel insanlara, filozoflara falan yakıştırıyordum. Babam gibi ilkokul mezunu bir zanaatkârın derin bir iç dünyasına sahip olabileceğini, insanı hüzünlendirecek incelikleri fark edebileceğini düşünemiyordum. Bu kötü özelliğim bende hiçbir zaman tamamıyla yok olacağa benzemiyor sevgili okur. Nasıl bir ukalaysam, bağlaç olan de’leri ayrı yazamayanların bir yemeğin tadı veya bir manzaranın güzelliği üstüne dahi dikkati çeken bir şeyler söyleyebileceklerini pek olası göremiyorum.

Biliyorsun, bu mektupları en fazla 300 kelimeyle sınırlamıştık. Uzatmayayım. Nasıl olduğumu düşünürken babamın son zamanları aklıma geldiğine göre, günlerimi babama benzer şekilde, hüzünlü bir geri sayım gibi geçirdiğim söylenebilir.

5 Ağustos 2025 Salı

TANIDIK YAKINLAŞMA

Bir büyükşehir belediyesinde güvenliktim. İçinde lunaparkın, küçük bir hayvanat bahçesinin, geniş havuzların ve piknik alanlarının olduğu kocaman bir parkta çalışıyordum. En önemli işlerimizden biri “aşırı yakınlaşan” çiftleri uyarmaktı. Belli aralıklarla bize ayrılan golf arabasıyla devriye atar, kalan vakitlerde içinde elektrikli bir çaydanlık, bir masa ve birkaç sandalyenin bulunduğu toplanma merkezimizde çay içip çene çalardık.

Bir Temmuz akşamı yine devriyeye çıktık. Arkadaşım Hüseyin arabayı sürüyor, ben de sağı solu kolaçan ediyordum. Uzaktan çığlığı andıran kartal ötüşleri, köpek ulumaları, birbirine karışmış çeşitli hayvan sesleri geliyordu. Lunaparkın ışıkları yanıp sönüyor, havuzlar bazen gök mavisine bazen kırmızıya boyanıyordu.

Biraz ilerledikten sonra piknik alanının kuytu bir köşesinde, ağaçların gölgesinde bir hareket gördüm. “Dur, şuraya bakalım,” dedim. Hüseyin arabayı durdurdu. Biraz gürültü çıkararak araçtan indim, el fenerimi yaktım. Yayılıp etrafı kaplamış çalıların arasından fısıltılar geliyordu.

Yaklaştım. Eski mahallemden tanıdığım Bekir Abi karşımdaydı. Yanındaki, karısı Zeynep Abla değil, başka bir kadındı. Düşmanımı bile utanacağı bir durumda görmek istemem aslında, ama Bekir Abi için yapabileceğim bir şey kalmamıştı. Beni tanıdı. “Bekir Abi,” dedim, “malum, devriye atıyoruz. Piknik alanı bu saatte kapalı, biliyorsun…” Bekir Abi, o her zamanki kendinden emin tavrıyla, “Tamam oğlum, tamam, yanlış anlama, biz sadece… şey, hava almaya çıkmıştık,” diye geveledi.

Doğrusu şaşırmadım diyemem, ama beni asıl şaşırtan beş yüz metre kadar ileride Zeynep Abla’yı görmem oldu. Bana öyle gelmediyse bir zibidinin göğsüne yaslanmış içleri gülen gözleriyle yıldızları seyrediyordu. Hiç bozuntuya vermedi: “Oo, İsmail, kolay gelsin ablam!” “Sağ ol abla,” dedim. Daha iki saatten fazla olmasına rağmen, sırf bir şeyler söylemiş olmak için, “Park birazdan kapanacak,” deyip uzaklaştım.

Şoktaydım. Az önce Bekir Abi, şimdi Zeynep Abla… Hüseyin beni berbat hâlde görünce, ilgiyle, “Ne oldu oğlum,” diye sordu. “Hiç,” dedim, “hiçbir şey.” Israrlarına dayanamayıp olanları anlattıktan sonra, “Ne fesat adamsın oğlum sen! Belki ayrılmışlardır, zaten senlik bir durum yok,” demesin mi?

4 Ağustos 2025 Pazartesi

AĞLA(MA) KARANFİL

Öğleye kadar bir değişiklik yoktu. Hava yine aşırı derecede sıcak ve bunaltıcıydı. İkindin değişmeye başladı; bulutlar toplandı, yoğunlaştı. Akşama doğru, aniden, söz birliği etmiş gibi hep beraber yüklerini boşalttılar. Meraklı komşularıma katılıp uzun sürmesini dileyerek pencereden sağanağı izledim. Yağmur, içimde kopan fırtınalara inat yavaşladı, ama epey sürdü. Beklenen serinlik gece yarısına doğru hissedilmeye başladı.

Yağmur dinerken kafamdaki sorgulamaların gürültüsü arttı. İçim rahat değildi. Dindar görüntüme rağmen seküler bir hayat sürüyordum. Sigaraya başlayalı yıllar olmuştu. Pek sık olmasa da alkol de alıyordum. Namaz niyaz yıllar öncesinde kalmıştı. Tesettür mantomu bırakmış, tunikli bir geçiş sürecinden sonra işi tayt giymeye kadar vardırmıştım. Doğrusu hiç kolay olmamıştı bunlar. Özellikle tunikli hâlime zor alışmış, epey bocalamıştım. Sanırım hâlâ başörtülü olduğumdan bendeki bu değişiklikler pek göze batmadı, hatta fark edilmedi bile. Biraz da bu sebeple, görüntümle ilgili olarak asıl yapmam gereken şeyi yapmıyor ve ikiyüzlü davranıyormuşum gibi hissediyordum. Artık bunun da zamanı gelmişti.

Gecenin bir yarısı, arada sırada yürüyüş yaptığım, evimin yakınlarındaki geniş parka gittim. Az da olsa serinleyen havada toprak ve çimen kokusu duyuluyordu. Yürümeye başladım. Zaman zaman tekrar tekrar dinlediğim gençlik dönemimin ilahileri çalınıyordu kulaklarımda. Uzun bir süre, yaşadığım dönüşümü yozlaşma olarak görmüş, kapıldığım duygu selinde bir ilaç gibi sarılmıştım o ezgilere.

Yürüyüşümün ikinci turunda başörtüm parmaklarımın ucundaydı. Terli saç diplerime değen serinlikle ürperiyordum. Sadece kafa derim değil, bütün vücudum ürperiyordu. Bu arada Ömer Karaoğlu susmuş, Eşref Ziya başlamıştı. Sanatçı, “Ağlama karanfil…” dedikçe ağlayasım geldi. Tuzlu gözyaşlarım burnumun dibinden dudaklarıma aktı. Omzumun üstünde dalgalanmaya başlayan marka eşarbım, işaret ve orta parmağımın arasından son santimine kadar kaydı, hafif bir esintiyle kurtulup uçtu. Az ileride, parkuru çimenlik alandan ayırmak için dikilmiş andızların içindeki koyulukta kayboldu.

Yürüyüşümü sonlandırdım. Gözyaşlarımı sildim. Titreyen ellerimle bir sigara yakıp ter içinde, bunaltıcı yaz sıcağında enikonu üşüyerek evime döndüm.