Bir büyükşehir belediyesinde güvenliktim. İçinde lunaparkın, küçük bir hayvanat bahçesinin, geniş havuzların ve piknik alanlarının olduğu kocaman bir parkta çalışıyordum. En önemli işlerimizden biri “aşırı yakınlaşan” çiftleri uyarmaktı. Belli aralıklarla bize ayrılan golf arabasıyla devriye atar, kalan vakitlerde içinde elektrikli bir çaydanlık, bir masa ve birkaç sandalyenin bulunduğu toplanma merkezimizde çay içip çene çalardık.
Bir Temmuz akşamı
yine devriyeye çıktık. Arkadaşım Hüseyin arabayı sürüyor, ben de sağı solu
kolaçan ediyordum. Uzaktan çığlığı andıran kartal ötüşleri, köpek ulumaları, birbirine
karışmış çeşitli hayvan sesleri geliyordu. Lunaparkın ışıkları yanıp sönüyor,
havuzlar bazen gök mavisine bazen kırmızıya boyanıyordu.
Biraz ilerledikten
sonra piknik alanının kuytu bir köşesinde, ağaçların gölgesinde bir hareket
gördüm. “Dur, şuraya bakalım,” dedim. Hüseyin arabayı durdurdu. Biraz gürültü
çıkararak araçtan indim, el fenerimi yaktım. Yayılıp etrafı kaplamış çalıların
arasından fısıltılar geliyordu.
Yaklaştım. Eski
mahallemden tanıdığım Bekir Abi karşımdaydı. Yanındaki, karısı Zeynep Abla
değil, başka bir kadındı. Düşmanımı bile utanacağı bir durumda görmek istemem
aslında, ama Bekir Abi için yapabileceğim bir şey kalmamıştı. Beni tanıdı. “Bekir
Abi,” dedim, “malum, devriye atıyoruz. Piknik alanı bu saatte kapalı,
biliyorsun…” Bekir Abi, o her zamanki kendinden emin tavrıyla, “Tamam oğlum,
tamam, yanlış anlama, biz sadece… şey, hava almaya çıkmıştık,” diye geveledi.
Doğrusu şaşırmadım
diyemem, ama beni asıl şaşırtan beş yüz metre kadar ileride Zeynep Abla’yı görmem
oldu. Bana öyle gelmediyse bir zibidinin göğsüne yaslanmış içleri gülen
gözleriyle yıldızları seyrediyordu. Hiç bozuntuya vermedi: “Oo, İsmail, kolay
gelsin ablam!” “Sağ ol abla,” dedim. Daha iki saatten fazla olmasına rağmen,
sırf bir şeyler söylemiş olmak için, “Park birazdan kapanacak,” deyip
uzaklaştım.
Şoktaydım. Az önce Bekir Abi, şimdi Zeynep Abla… Hüseyin beni berbat hâlde görünce, ilgiyle, “Ne oldu oğlum,” diye sordu. “Hiç,” dedim, “hiçbir şey.” Israrlarına dayanamayıp olanları anlattıktan sonra, “Ne fesat adamsın oğlum sen! Belki ayrılmışlardır, zaten senlik bir durum yok,” demesin mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder