(Ozansoy, Halit Fahri, Edebiyatçılar Geçiyor, Dergâh yayınları, 1. baskı, Şubat 2016)
Bu aralar hatırat okuyorum. Demiştim daha önce. Okuduklarım da az çok aynı dönemleri anlatıyor. Biraz böyle olmasını istedim, yani aynı kişi ve olaylara farklı yazarların bakışlarını yüzeysel de olsa karşılaştırıp anlamak gibi bir niyetim var. Fark ettiğim önemli bir şey olursa yazarım. Bir varsayımla yola çıkmış değilim, gelişigüzel okuyacağız işte.
Bu sefer elimizde Edebiyatçılar Geçiyorvar. Önce yazardan bahsedelim, kitaptaki yaşam öyküsüne bir bakalım. Ozansoy, 1891'de doğmuş. İstanbul'da. Darülfünun'un Fransız Dili Bölümü'nden mezun olmuş, 40 yıl öğretmenlik yapmış. 1921'de Aruza Veda şiirini yazmış ama sonra da kullandığı olmuş aruzu. Şiir, tiyatro, roman, hatıra türlerinde eserler vermiş. 1971'de vefat etmiş.
Gelelim Edebiyatçılar Geçiyor'a... Bu baskıda kitabın 1939'da (Kanaat) ve 1967'de (Türkiye) yapılmış iki baskısı olduğu bilgisi var. Bu nüsha eserin Dergâh Yayınlarındaki birinci baskısından.* Kitabı baskıya Yakup Öztürk hazırlamış. Bir de sunuş yazısı var Öztürk'ün. Ne yapmış Öztürk? İlk** baskıdaki dizgi hatalarını düzeltmiş, bir imla birliği sağlamış. Ne güzel! Sonra hatırat türüne, türün belli başlı yazarlarına ve eserlerine değinmiş. Hatıratın ayırıcı yanlarını, önemini vurgulayayım derken de biraz abartmış. (Şöyle bir cümlesi var mesela: "Hatırat yazarı bize didaktik bir dünya kurmayı tasavvur etmez. [s. 6]") Ama o kadar olur.
Kitap iki bölümden oluşuyor. Ozansoy, BİRİNCİ BÖLÜM'de yaptıkları edebiyat toplantı ve sohbetlerine, Afife Jale'nin ilk sahne deneyimine ve akabinde yaşanan olaylara ağırlık vermiş. İKİNCİ BÖLÜM'de ise daha ziyade şair ve yazar dostlarına, tanıdıklarına ait anılar yer alıyor. Fakat bu bölümlemeyi, kitabın içeriğinin çok isabetli bir tasnifi olarak nitelendirmek pek doğru olmaz; yer yer benzer kişiler ve olaylar her iki bölümde de bulunuyor.
(Kitabın dizini yok. Toplamda yüzlerce şair, yazar, dergi, kitap ve yer adının geçtiği böyle bir eserin dizini çok işe yarardı. Yakup Öztürk sonraki baskıya tasnifli güzel bir dizin hazırlarsa -hazırlamadıysa tabii- çok makbule geçer.)
BİRİNCİ BÖLÜM'ün ilk yazısı ESKİ EDEBİYAT GECELERİ başlıklı. Ozansoy burada, eskiden tertip edilen edebiyat gecelerine değindikten sonra sözü Beşiktaş'ta kendi yaptıkları bir edebiyat gecesine getirir. İki parçadan oluşan bu yazıdan dönemin edebiyat toplantıları ve sohbetlerinin Tokatlıyan salonunda, Raif Paşa Apartmanı'nda (İhsan Raif Hanım'ın evi), Abdullah Cevdet'in İçtihat Yurdu Apartmanı'nda, Yeşilköy'de Halid Ziya'nın köşkünde yapıldığını öğreniyoruz.
Sonraki, KADIKÖYÜ'NDE ÜÇ DÖRT YIL SÜREN BİR EDEBİYAT SEZONU başlıklı bir dizi yazıda Ozansoy'un Kadıköy Lisesi'nde öğretmenlik yaptığı bir döneme ait hatıralara yer verilir. Ozansoy bu sırada, Şemsitâp Mahallesi'nde bir evde pansiyoner olarak kalmaktadır. Ozansoy'u burada Yusuf Ziya, Faruk Nafiz, Âli Mükerrem gibi arkadaşları ziyarete gelmekte ve grup uzun sohbetler etmektedir. Ozansoy sonraki birkaç yazısında da çoğu edebiyatla uğraşan bu arkadaşlarıyla ilgili anılarına yer verir. Ben özellikle Ömer Seyfettin'ten bahsettiği yerleri ilgiyle okudum. Ozansoy, bu bölümdeki birkaç yazıyı da Afife Jale'ye ayırır. Onun yasak olduğu hâlde sahneye çıkışını, polisin tiyatroyu basmasını ve Afife'nin polisten kaçırılmasını anlatır.
Eserin İKİNCİ BÖLÜM'ünde 35 yazı var. Ozansoy, bu yazılarında pek çok şair ve yazarımıza dair anılarına yer verir. Kimler yoktur ki bu gayrı resmi geçitte...
Alınganlığı ve aşklarıyla Abdülhak Hâmit, hüzünlü bir anında Sergüzeşt yazarı Samipaşazade Sezai, komik bir hatırasıyla yazı makinemiz Ahmet Mithat Efendi, "icabında döğüşmesini de bilen" Filozof Rıza Tevfik, bizim Balzac'ımız Hüseyin Rahmi Gürpınar, "İdealist Şair" Mehmet Emin Yurdakul, güzel bir vefa örneğiyle Ziya Gökalp, son anları ve ölümüyle gariban Ömer Seyfettin, pintiliğiyle Servet-i Fünun'un sahibi Ahmet İhsan Tokgöz, "Şeyhülmuharririn" Mahmut Sadık Bey...
Bitmedi:
Babacan bir davranışıyla Tevfik Fikret, iflah olmaz istihzasıyla Cenap Şahabettin, "Fâni Teselliler" şairi Faik Ali Ozansoy, ince ve içli şair Hüseyin Suat Yalçın, "Bağrı Yanık Kadın Şairi" Celal Sahir Erozan, tartışmalı eseri Eylül'le bahtsız Mehmet Rauf, melon şapkasıyla mürettiplerin korkulu rüyası Süleyman Nazif, "Aruzun Tantanalı Şairi" Mithat Cemal Kuntay, yazarın yeni harflerin kabulü dolayısıyla Dolmabahçe Sarayı'nda karşılaştığı Atatürk, sanatı ve kişiliğiyle Ahmet Haşim, şair yönüyle Emin Bülend, eserinin provası sırasında genç yaşta ölen "Ada Şairi" Tahsin Nahit, taklit şiir örnekleriyle Fuat Köprülü, "Türkçenin En İyi Yazarı" Refik Halit Karay, pek çok anıyla Şahabettin Süleyman ve eşi İhsan Raif Hanım, bencilliği ve kendini beğenmişliğiyle Yahya Kemal, büyük mirasıyla Hakkı Tarık Us, Ozansoy'un hececi arkadaşları, keskin zekâsı ve hicivleriyle Mahmut Yesari...
---
Bir iki şey daha söyleyip bitireyim artık. Az buçuk bahsettik içerikten, merak edenler alır okur. Ben keyif aldım okurken, bir şeyler öğrendim, bazen şaşırdım, bazen hüzünlendim... Yalnız, özellikle İKİNCİ BÖLÜM'de pek çok imla hatasına rastladım. Bozuk cümleler de az değildi. Ozansoy mu özenli davranmadı yoksa -sunuşta belirtildiği gibi- başka faktörler mi etkili oldu bilemiyorum. Bu durumda Yakup Öztürk tam da yaptığını söylediği işi iyi kotaramamışa benziyor. Umarım sonraki baskılar daha iyi olur.
______________________________ _
* Bu baskıda, 1939'dan sonraki olaylara da yer verildiği görülüyor. Demek ki 1967 baskısı için bazı değişiklikler ve eklemeler yapmış Ozansoy. Bunların tam tespiti için iki baskıyı karşılaştırmak gerekiyor.
** İlk baskı 1939'da yapılmış. Fakat Dergâh Yayınlarının bu baskısında 1939'dan sonraki olaylar da yer alıyor. Yani 1967 baskısı (da) dikkate alınmış olmalı. Bu durumda dizgi hatalarının ikinci baskı olan 1967 baskısında da giderilemediği sonucuna mı ulaşmalıyız?

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder