24 Şubat 2021 Çarşamba

ALTINCI KOĞUŞ (ANTON ÇEHOV)

(Çehov, Anton, Altıncı Koğuş, İş Bankası Kültür Yayınları, 18. basım, Aralık 2020, İstanbul, s. 68.) 

Çehov'dan (1860-1904) daha önce birkaç öykü okumuştum. Harika öykülerdi. Bugün de yazarın bir novellasıyla tanıştım. Kapaktaki tanıtım cümlelerine göz attıktan sonra size altını çizdiğim bazı yerleri alıntılayacağım.

"Çehov bir taşra kasabasındaki akıl hastanesinde geçen bu novellasında, eğitimli bir hasta olan İvan Dmitriç ile Doktor Andrey Yefimıç arasındaki felsefi çatışmaya odaklanır. İvan Dmitriç maruz kaldıkları adaletsizliğe, içinde yaşamaya zorlandıkları berbat koşullara karşı çıkarken, Andrey Yefimıç bunları görmezden gelmekte ısrar eder ve durumu değiştirmek için kılını bile kıpırdatmaz. Doktor sonunda içine düştüğü "felsefi" yanılgının farkına vardığında ise artık iş işten geçmiştir. Altıncı Koğuş, Rusya'nın ve ülkenin sorunlarıyla ilgilenmek yerine onları uzaktan izlemeyi tercih eden elit Rus aydınının "deliliği"nin simgesidir adeta. 

Altıncı Koğuş, Russkaya Mısl dergisinin 1892 kasım sayısında yayımlandığında büyük ilgi görmüştü. Hatta Lenin'in de yapıtı okuduktan sonra dehşete kapıldığı, "Kendimi Altıncı Koğuş'a kapatılmış gibi hissettim" dediği rivayet edilir."

Altı çizili satırlardan:

"Kökeninde pislik barındırmayan iyi bir şey dünya üzerinde bugüne kadar görülmemiştir. [s. 16]"

Kendisi de bir doktor olan Çehov, şu cümlelerinde ta o yıllarda modern tıbbın işlevini ciddi biçimde sorguluyor gibi. Pandemi kaynaklı telaşın hız kesmediği şu günlerde, meseleyi derinlemesine düşünmek faydalı olacaktır diye düşünüyorum: "Eğer ölüm herkes için olağan ve meşru bir sondan ibaretse insanların ölmelerine engel olmak niye? Bir tüccarın ya da bir memurun fazladan beş, on yıl yaşamasının kime ne faydası var? [s. 17]"

"- Siz de çok iyi bilirsiniz ki, bu dünyada insan aklının [s. 21] yüksek manevi dışavurumu dışındaki her şey önemsiz ve sıkıcıdır. Akıl, hayvanlar ve insanlar arasında keskin bir sınır çizer, insandaki ilahi yöne ışık tutar, hatta bir dereceye kadar gerçekte var olmayan ölümsüzlüğün yerini tutar. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki akıl, elimizde olan yegâne zevk kaynağıdır. Etrafımızda akla dair hiçbir şey görmüyor, duymuyoruz, bu da zevkten mahrum olduğumuz anlamına geliyor. Gerçi elimizin altında kitaplar var, ama bu canlı bir sohbetin, karşılıklı ilişkinin yerini tutmuyor. Çok da doğru olmayan bir kıyaslama yapmama müsaade edecek olursanız, bence kitaplar notaya, sohbet ise şarkı söylemeye benziyor. [s. 22]"

"Ancak öyle anlar olur ki, yaşama tutkusu beni sarıp sarmalar, işte o zaman aklımı yitirmekten korkarım. Doya doya, delicesine yaşamak istiyorum ben! [s. 33]"

Doktor'un Stoacı söylemine örnek olabilecek sözlerinden biri olan şu cümleler, Dmitriç gibi bazılarımızın da burun kıvırmasına yol açacak cinsten: "Eğer daha sık kafa yorarsanız sizi endişelendiren bütün dış etkenlerin ne kadar önemsiz olduklarını anlarsınız. Hayatı derinlemesine kavramaya yönelik gayret etmek gerek. Gerçek lütuf, bu hayatın içerisinde mevcut. [s. 37]" İyi güzel de; söyler misin Doktor, ne demek hayatı derinlemesine kavramak? :)

Çehov'un; Dmitri'nin ağzından Stoacılık'a getirdiği şu eleştiriyi de alalım: "- Parodisini yaptığınız stoacılar muazzam insanlardı, ama öğretileri daha iki bin yıl önce donmuş, bir damla ileriye gidememişti. Pratik ve geçerli olmadığı için ilerleyemezdi de. Bu öğreti sadece, her türlü öğretinin tadına vararak ve üzerlerinde kafa patlatarak ömür tüketen küçük bir kesimde başarı yakalamıştı. İnsanların büyük çoğunluğu bu öğretiyi anlamamıştı bile. Zenginliğe, hayatın sağladığı rahatlıklara kayıtsızlığı, acıyı ve ölümü küçümsemeyi vaaz eden bu öğreti, büyük çoğunluk için tamamen anlaşılmazdı, çünkü bu çoğunluk ne zenginliği ne de hayatın sağladığı rahatlıkları tatmıştı. Acıyı küçümsemek onlar için hayatı küçümsemek anlamına geliyordu. Onlara göre [s. 38] insan bütün varlığı açlığı, soğuğu, hakareti, yokluğu hissetmek ve ölüm karşısında Hamlet gibi korku duymaktan ibaretti. Bütün bir hayat bu duygulardadır. Hayatın yükü altında ezilebilir, ondan nefret edebilirsiniz, ama onu küçümseyemezsiniz. Evet, tekrar ediyorum, stoacıların öğretisinin hiçbir zaman bir geleceği olamaz. Gördüğünüz gibi yüzyılın başlangıcından günümüze mücadele, acıya karşı duyarlık, uyarılara karşı tepki verebilme kabiliyeti gelişimi sürdürüyor. [s. 39]"

"Yalnız kalmadan hakiki mutluluğu bulmak mümkün değildi. [s. 51]"

Şu benzetme de çok hoşuma gitti: "Her zaman yalnızca akıllıca ve güzel sözler söyleyen, ancak aptal olduğunu hissettiğimiz insanlar gibi tıpkı. [s. 51]"

Bana hiç yapancı gelmeyen şu satırları almasam olmazdı :) "Vaktini boş geçirmemek adına kitapları hakkında detaylı bir katalog yaptı, üzerlerine etiketler yapıştırdı. Bu mekanik ve zahmetli iş ona okumaktan daha ilginç geliyordu. Bu tekdüze ve itina isteyen iş nedense anlaşılmaz bir sebeple düşüncelerini yatıştırıyor; hiçbir şey düşünmüyor, zaman hızla akıp gidiyordu. [s. 54]"

Katılıyorum :) "Bu hayattan memnun kalmayan önemsiz insanlar felsefe de mi yapmasınlar? [s. 65]"

Bombayı şu cümlelerle patlatayım: "- Hayır, bizden bir şey olmaz. Güçsüz insanlarız biz, sevgili dostum. Vurdumduymazdım, neşeli ve sağlıklı bir şekilde mantık yürütebiliyordum. Manen güçsüz kalır kalmaz hayatın kaba bir sillesini yemem yetti. Sonrası bezginlik... Güçsüzüz biz, zavallı yaratıklarız. Siz de öylesiniz, sevgili dostum. Zekisiniz, cömertsiniz, annenizin sütünden iyi dürtüler emmişsiniz, ancak hayata adımınızı atar atmaz yorgun ve hasta düşmüşsünüz. Güçsüzüz biz, güçsüz! [s. 65]"

Bu satırların olduğu bir eser hiç okunmaz mı? Vakit kaybetmeyin bence. Yeni bir yapıtta görüşmek üzere, hoşça bakın zatınıza sevgili dostlar... 

---

Not: Altıncı Koğuş'un Yefimıç'ı bana Kâtip Bartleby'yi :( hatırlattı. Çehov'un, Melville'i okuduğunu falan söylemek istemiyorum, aklıma geldi sadece.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder