Çehov'dan (1860-1904) daha önce birkaç öykü okumuştum. Harika öykülerdi. Bugün de yazarın bir novellasıyla tanıştım. Kapaktaki tanıtım cümlelerine göz attıktan sonra size
altını çizdiğim bazı yerleri alıntılayacağım.
"Çehov bir taşra
kasabasındaki akıl hastanesinde geçen bu novellasında, eğitimli bir hasta olan
İvan Dmitriç ile Doktor Andrey Yefimıç arasındaki felsefi çatışmaya odaklanır.
İvan Dmitriç maruz kaldıkları adaletsizliğe, içinde yaşamaya zorlandıkları
berbat koşullara karşı çıkarken, Andrey Yefimıç bunları görmezden gelmekte
ısrar eder ve durumu değiştirmek için kılını bile kıpırdatmaz. Doktor sonunda
içine düştüğü "felsefi" yanılgının farkına vardığında ise artık iş
işten geçmiştir. Altıncı Koğuş, Rusya'nın ve ülkenin sorunlarıyla ilgilenmek
yerine onları uzaktan izlemeyi tercih eden elit Rus aydınının
"deliliği"nin simgesidir adeta.
Altıncı Koğuş, Russkaya
Mısl dergisinin 1892 kasım sayısında yayımlandığında büyük ilgi
görmüştü. Hatta Lenin'in de yapıtı okuduktan sonra dehşete kapıldığı,
"Kendimi Altıncı Koğuş'a kapatılmış gibi hissettim" dediği rivayet
edilir."
Altı çizili satırlardan:
"Kökeninde pislik
barındırmayan iyi bir şey dünya üzerinde bugüne kadar görülmemiştir. [s.
16]"
Kendisi de bir doktor olan Çehov,
şu cümlelerinde ta o yıllarda modern tıbbın işlevini ciddi biçimde
sorguluyor gibi. Pandemi kaynaklı telaşın hız kesmediği şu günlerde, meseleyi
derinlemesine düşünmek faydalı olacaktır diye düşünüyorum: "Eğer ölüm
herkes için olağan ve meşru bir sondan ibaretse insanların ölmelerine engel
olmak niye? Bir tüccarın ya da bir memurun fazladan beş, on yıl yaşamasının
kime ne faydası var? [s. 17]"
"- Siz de çok iyi bilirsiniz
ki, bu dünyada insan aklının [s. 21] yüksek manevi dışavurumu dışındaki her şey
önemsiz ve sıkıcıdır. Akıl, hayvanlar ve insanlar arasında keskin bir
sınır çizer, insandaki ilahi yöne ışık tutar, hatta bir dereceye
kadar gerçekte var olmayan ölümsüzlüğün yerini tutar. Buradan yola çıkarak şunu
söyleyebilirim ki akıl, elimizde olan yegâne zevk kaynağıdır. Etrafımızda
akla dair hiçbir şey görmüyor, duymuyoruz, bu da zevkten mahrum olduğumuz
anlamına geliyor. Gerçi elimizin altında kitaplar var, ama bu canlı bir
sohbetin, karşılıklı ilişkinin yerini tutmuyor. Çok da doğru olmayan bir
kıyaslama yapmama müsaade edecek olursanız, bence kitaplar notaya, sohbet ise
şarkı söylemeye benziyor. [s. 22]"
"Ancak öyle anlar olur ki,
yaşama tutkusu beni sarıp sarmalar, işte o zaman aklımı yitirmekten korkarım.
Doya doya, delicesine yaşamak istiyorum ben! [s. 33]"
Doktor'un Stoacı söylemine örnek
olabilecek sözlerinden biri olan şu cümleler, Dmitriç gibi bazılarımızın da
burun kıvırmasına yol açacak cinsten: "Eğer daha sık kafa yorarsanız
sizi endişelendiren bütün dış etkenlerin ne kadar önemsiz olduklarını
anlarsınız. Hayatı derinlemesine kavramaya yönelik gayret etmek gerek. Gerçek
lütuf, bu hayatın içerisinde mevcut. [s. 37]" İyi güzel de; söyler misin
Doktor, ne demek hayatı derinlemesine kavramak? :)
Çehov'un; Dmitri'nin ağzından
Stoacılık'a getirdiği şu eleştiriyi de alalım: "- Parodisini
yaptığınız stoacılar muazzam insanlardı, ama öğretileri daha iki bin yıl önce
donmuş, bir damla ileriye gidememişti. Pratik ve geçerli olmadığı
için ilerleyemezdi de. Bu öğreti sadece, her türlü öğretinin tadına
vararak ve üzerlerinde kafa patlatarak ömür tüketen küçük bir kesimde
başarı yakalamıştı. İnsanların büyük çoğunluğu bu öğretiyi anlamamıştı bile.
Zenginliğe, hayatın sağladığı rahatlıklara kayıtsızlığı, acıyı ve ölümü
küçümsemeyi vaaz eden bu öğreti, büyük çoğunluk için tamamen anlaşılmazdı,
çünkü bu çoğunluk ne zenginliği ne de hayatın sağladığı rahatlıkları tatmıştı.
Acıyı küçümsemek onlar için hayatı küçümsemek anlamına geliyordu. Onlara göre
[s. 38] insan bütün varlığı açlığı, soğuğu, hakareti, yokluğu hissetmek ve ölüm
karşısında Hamlet gibi korku duymaktan ibaretti. Bütün bir hayat bu
duygulardadır. Hayatın yükü altında ezilebilir, ondan nefret edebilirsiniz, ama
onu küçümseyemezsiniz. Evet, tekrar ediyorum, stoacıların öğretisinin hiçbir
zaman bir geleceği olamaz. Gördüğünüz gibi yüzyılın başlangıcından günümüze
mücadele, acıya karşı duyarlık, uyarılara karşı tepki verebilme kabiliyeti
gelişimi sürdürüyor. [s. 39]"
"Yalnız kalmadan hakiki
mutluluğu bulmak mümkün değildi. [s. 51]"
Şu benzetme de çok hoşuma gitti:
"Her zaman yalnızca akıllıca ve güzel sözler söyleyen, ancak aptal
olduğunu hissettiğimiz insanlar gibi tıpkı. [s. 51]"
Bana hiç yapancı gelmeyen şu
satırları almasam olmazdı :) "Vaktini boş geçirmemek adına kitapları hakkında
detaylı bir katalog yaptı, üzerlerine etiketler yapıştırdı. Bu mekanik ve
zahmetli iş ona okumaktan daha ilginç geliyordu. Bu tekdüze ve itina isteyen iş
nedense anlaşılmaz bir sebeple düşüncelerini yatıştırıyor; hiçbir şey
düşünmüyor, zaman hızla akıp gidiyordu. [s. 54]"
Katılıyorum :) "Bu hayattan
memnun kalmayan önemsiz insanlar felsefe de mi yapmasınlar? [s. 65]"
Bombayı şu cümlelerle patlatayım: "- Hayır, bizden bir şey olmaz. Güçsüz insanlarız biz, sevgili dostum. Vurdumduymazdım, neşeli ve sağlıklı bir şekilde mantık yürütebiliyordum. Manen güçsüz kalır kalmaz hayatın kaba bir sillesini yemem yetti. Sonrası bezginlik... Güçsüzüz biz, zavallı yaratıklarız. Siz de öylesiniz, sevgili dostum. Zekisiniz, cömertsiniz, annenizin sütünden iyi dürtüler emmişsiniz, ancak hayata adımınızı atar atmaz yorgun ve hasta düşmüşsünüz. Güçsüzüz biz, güçsüz! [s. 65]"
Bu satırların olduğu bir eser hiç okunmaz mı? Vakit kaybetmeyin bence. Yeni bir yapıtta görüşmek üzere, hoşça bakın zatınıza sevgili dostlar...
---
Not: Altıncı Koğuş'un Yefimıç'ı bana Kâtip Bartleby'yi :( hatırlattı. Çehov'un, Melville'i okuduğunu falan söylemek istemiyorum, aklıma geldi sadece.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder