Bu roman hakkında ne söylesem eksik kalacak gibi bir duygu var içimde. Bir taraftan Charles'ı, diğer taraftan Emma'yı anlamaya çalışıyorum; gönlümün birini tutmasını, diğerini yermesini bekliyorum. Nafile bir bekleyiş oluyor bu, anlamak denilen edimin zaten bir şeyi olduğu gibi kabul etmekle ilgisi varmış gibi geliveriyor. Flaubert'in muradının da okuru ortada bırakmak olduğunu düşünüyor ve roman kişileriyle ilgili kesin yargılara varmaktan kaçınıyorum. Pek çok bağlamda, farklı şekillerde okunabilecek bu esere umarım daha genişçe değinebilirim. Şimdilik şu tanıtım paragrafı ve birkaç alıntıyla notuma son vereyim:
"Vasat bir doktorla evlendikten sonra boğucu taşra yaşamı içinde sıkışıp kalan genç ve güzel Madam Bovary, mutsuzluğu bir kader olarak kabul etmeye razı olmaz. Büyük hayalleri, hayattan büyük beklentileri vardır; okuduğu romanlardaki tutkunun ve romantik fantezilerin özlemiyle yaşar ve aradığı ideal aşkı bulmak için çıktığı yolda hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz. Madam Bovary'nin bu mücadelesini ve sürüklendiği çıkmazı anlatan roman, tutkulu bir hikâyenin gerisinde evlilik, cinsellik ve zenginlik kavramlarını sorguluyor. 1857'de ilk kez yayımlandığında büyük yankı uyandıran, toplumun din ve ahlak anlayışını sarstığı gerekçesiyle yasaklanmaya çalışılan Madam Bovary, 19. yüzyıl Fransası'nın ahlak anlayışına ve burjuva değerlerine karşı güçlü bir eleştiridir." (Arka kapaktaki tanıtım.)
MADAM BOVARY'DEN:
"Evlenmeden önce Emma gönlünde sevgi
olduğunu sanmıştı, ama bu sevginin sonucu olan mutluluk gelmediğinden, "Al-
[s. 84] danmışım herhalde," diye düşünüyordu. Sonra mutluluk, sevgi,
sarhoşluk gibi sözlerin hayatta tam olarak ne anlama geldiğini bulmaya
çalışıyordu: Kitaplarda bu sözler ona o kadar hoş görünmüştü ki! [s. 85]"
"Sakin görünüşlü şeylere alışmış olduğundan,
tersine, sarp, çetin şeylere yöneliyordu. Denizi ancak fırtınaları yüzünden,
yeşilliği ise yıkıntıların arasına serpiştirilmiş olduğu zaman seviyordu. Her
şeyden kendine bir yarar çıkarabilmesi gerekiyordu; sanatçı değil de duygulu
bir yaradılışı olduğu için manzaralar yerine heyecanlar aradığından, gönlünün
hemen beslenemeyeceği her şeyi yararsız diye kaldırıp atıveriyordu. [s. 86]"
"[…] öğrenecek hiçbir şeyi
kalmadığından, hiçbir şey hissedemeyeceğini düşünüyordu. [s. 90]"
"Bir erkek her şeyi bilmeli, çeşit çeşit işleri büyük bir başarıyla yapmalı
değil miydi? Size tutkunun gücünü, hayatın zevkli yanlarını, yeryüzündeki bütün
sırları öğretmeli değil miydi? [s. 91]"
"Bir erkek özgürdür hiç
olmazsa; her tutkuyu tadabilir, her ülkeyi dolaşabilir, engelleri aşabilir, en
uzak görünen mutluluklara erişebilir. Bir kadının önünde boyuna bir sürü
engel vardır. Hem hareketsiz hem gevşek olduğundan, bedeninin gevşekliği, boyun
eğmek zorunda olduğu yasal bağlar onun aleyhine işler. Tıpkı bir şapkanın
şeritle tutturulmuş peçesi gibi, iradesi de rüzgârın her esişinde
çırpınır; böylece, bir kadını daima sürükleyen bir arzu, daima alıkoyan bir bağ, bir düzen
vardır. [s. 141]"
"Bir daha geri gelmeyecek şeyler için kurulan düştür bu,
her oldu bittiden [oldubittiden] sonra içinizi kaplayan yorgunluktur,
alışılmış bir gidişin birden durması, uzayan bir titreşimin ani kesilişi yüzünden duyulan kederdir. [s. 177]"
"Bunun üzerine, okuduğu
romanların kadın kahramanlarını hatırladı, kocalarını aldatan bu kadınların
şiirsel topluluğu zihninde tıpkı kendisini büyüleyen birer kız kardeş sesiyle
şarkı söylemeye başladı. O da bu düşlerin gerçek bir parçası haline geliyor, bu
kadar imrendiği o seven kadın haline girdiğini görerek, gençliğinde uzun uzun
kurduğu düşlerin gerçek olduğunu anlıyordu. Zaten Emma, öç almış olmaktan ileri
gelen bir zevk de duymaktaydı. Çektiği acı yetmez miydi yani? Yalnız, şimdi
muzaffer tavırlar takınıyor, uzun zaman dizginlenmiş olan sevgi, neşeli
fıkırtılarla olduğu gibi fışkırıyordu. O da hiçbir pişmanlık, hiçbir kaygı,
hiçbir heyecan duymaksızın bunun tadını çıkarmaktaydı. [s. 218]"
"Hani yolu üzerindeki bütün hanlarda zenginliğinden
bir şeyler bırakan yolcular [s. 228] vardır[…] [s. 229]"
"Emma da bütün öteki metreslere
benziyordu; yeniliğin büyüsü de yavaş yavaş bir giysi gibi sıyrılmaya
başladığından, aşkın ebedi tekdüzeliğini ortaya çıkarıyordu: Nitekim aşkın
biçimi de dili de hep aynıdır. [s. 248]"
"Em- [s. 304] ma daha şimdiden
yüreğinde, birçok kadın için kocalarını aldatmış olmanın hem cezası hem fidyesi
gibi olan o korkakça uysallığı duymaktaydı. [s. 305]"
"Sözün kısası, herkese açık
olan eczane, Homais’nin gururunu çevreye yaydığı yerdi, ama depo, eczacının
kendisini bencilce işine vererek sevdiği şeyleri yapmanın hazzını tattığı
sığınaktı. [s. 306]"
"O andan sonra da hayatı bir yalan yığını haline geldi; aşkını, gizlemek için, tıpkı bir örtüye sarar gibi, bu yalanların içine sarıyordu. [s. 330]"

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder