Illich (1926-2002) modern Batı
kültürünü ve kurumlarını ciddi biçimde eleştiren çağdaş filozoflardan biri. Pek
çok eseri dilimize çevrilmiş: Şenlikli Toplum,
Sağlığın Gaspı, Gender, İşsizlik Hakkı
vd.
Gelelim Okulsuz Toplum’la ilgili notlarımıza:
* Sayfa 19’da fırsat eşitsizliği
konusunda söylediklerine pek katılmıyorum. Büyük değişiklikler oldu, 70’lerde
değiliz Illich’çim! En önemlisi de internet. Fakir bir çocuk internet erişimine
sahipse zengin çocuğuyla neredeyse eşit şartlara kavuşmuş demektir, diyemez
miyiz?
* “Pek çok öğrenme, kendiliğinden
olmaktadır ve pek çok planlı öğrenme bile programlanmış eğitimin sonucu
değildir. Ebeveynler, öğrenmeleri yolunda daha çok özen göstermelerine rağmen,
normal çocuklar ana dillerini kendiliklerinden öğrenmektedirler. İkinci bir
dili öğrenen çoğu insan alışılmadık şartlar altında ve belli bir diziye
dayanmayan öğretim sonunda bunu başarmaktadır; ya büyükanne ve büyükbabalarıyla
yaşarlar ya seyahat ederler ya da bir yabancının refakatinde büyürler.
Okumadaki akıcılık da aşırı müfredat çalışmalarının bir sonucu değildir. Okuma
ediminden zevk alan pek çok insan bu huyu okulda edindiklerine inanmaktadır.
Doğruluğu araştırıldığındaysa bunun bir yanılsama olduğu ortaya çıkmaktadır.
[s. 26]”
Bu cümlelere katılıyorum, uzun
yıllardır yaptığım gözlemler de bu yönde.
* “Güzel sanatlar ve el becerisi
gerektiren işlerle uğraşan pek çok öğretmen, herhangi bir zanaat erbabına göre
daha az yetenekli, daha az yaratıcı ve daha az iletişim kurabilmektedir. Yüksekokullarda
görev yapan pek çok İspanyolca ve Fransızca öğretmeni öğrettikleri dili, yarım
dönemlik sıkı bir tekrara dayalı öğretimden geçmiş öğrencilerin konuşabildiği
doğrulukta konuşamamaktadır. [s. 29]”
Herhâlde burada söylenenlere de karşı
çıkan pek olmayacaktır.
* “Yaratıcı ve araştırıcı
öğrenmeyi gerçekleştirmek için aynı terimler ya da problemlerle kafası karışmış
partnerlere ihtiyaç vardır. […] Okula radikal bir alternatif olarak, aynı
sorunla motive edilmiş diğerleriyle kendi sorununu paylaşmak için her bireye
eşit şans verecek bir ağ ya da servis oluşturmalıdır. [s. 33]”
Burada ve devamında söylenenler ile
109, 110 ve 115. sayfada söylenenler günümüzde internet sayesinde gerçekleşti.
Hatta bunların daha fazlası ve gelişkini de meydana geldi, ama okulsuzlaşma söz
konusu olmadı. Bununla birlikte okula ihtiyaç azalıyor mu, araştırmak lazım. Bu
arada, yazarın -varsa- konuyla ilgili daha güncel fikir ve değerlendirmelerini
merak ediyorum.
* Sayfa 46-50 arasındaki tam gün devam zorunluluğuyla ilgili eleştirisine katılıyorum ama ne yapacak çocuklar okula gitmeyince? Köyde değiller ki davar gütsünler… Burada bir kez daha çıkmaza giriyoruz: Okulu modern yaşama biçimi zorunlu kılıyorsa sorun okulda mı, modernliğin kendisinde mi?
* “Geleneksel anlamda yabancılaşma, insanı yaratmak ve tekrar yaratılma fırsatından alıkoyan, işin ücretli iş haline gelişinin doğrudan bir sonucuydu. Şimdi genç insanlar okulda, piyasada yer alacak bir meta olarak tasarlanan kendi bilgilerinin hem üreticisi hem de tüketicisi olmaya yeltenirken, okul tarafından yabancılaşma öncesi bir hazırlığa maruz kalmaktadırlar. Okul, yaşama hazırlığı yabancılaştırmakta, böylece öğrenciler gerçek eğitimden ve yaratıcı- [s. 64] lıktan yoksun bırakılmaktadır. Okul, öğretilmeye ihtiyaç duymayı öğreterek, yaşamın yabancılaştırıcı kuramlarına hazırlık yapmaktadır. Bu ders bir kez öğrenildiğinde, insanlar bağımsızlaşmaya doğru olan gelişim dürtüsünü yitirmektedir. Bu insanlar artık benzer konulara karşı ilgi duymazlar ve kurumsal tanımlamayla önceden saptanmadığında, yaşamın sunduğu sürprizlere kendilerini kapatırlar. Okul, dolaylı ya da dolaysız olarak nüfusun büyük bir bölümünü çalıştırmaktadır. Okul, insanları ya yaşama bağlamakta ya da bazı kurumlarda çalışmalarının uygun olacağına onları inandırmaktadır.
Yeni Dünya kilisesi olan okul,
hem uyuşturucunun teminine hem de insanın, yaşam süresince işine hizmet eden
bir bilgi endüstrisidir. Bununla beraber okulsuzlaştırma, insanoğlunun
özgürleşmesine yol açacak bir hareketin temellerini teşkil etmektedir. [s. 65]”
Bozukluk, sıkıntı var; kabul.
Fakat bozukluğu öğretme ve onunla yaşama işini okul hallediyorsa yine de okulun
bir işlevi var diyemez miyiz? İş yanlış ama yapılmak zorundaysa ve bunu okul
sağlayacaksa fena mı? Ne yapılabilir?
Illich okumalarım sürecek, başka birkaç
kitabını sipariş verdim. Onları da okuduktan sonra bu düşünürü daha iyi
anlamayı umuyorum. Görüşmek üzere sevgili okurlar, kendinize iyi bakın. Sizleri zihin açıcı ve kışkırtıcı şu uzun alıntılarla baş başa bırakıyorum J
OKULSUZ TOPLUM’DAN:
“Öğrencinin imgelem gücü, değer
yerine hizmetin muteber kabul edilmesi sebebiyle “okullulaştırılmaktadır”. [s.
13]”
“Sağlıklı bir yaşam için tıbbi
tedavi, toplum yaşamında gelişme sağlamak için sosyal çalışma, emniyetin tesisi
için polis teşkilatı, ulusal güvenlik için askeriye, üretkenlik için iş
rekabeti gerektiği yönündeki çıkarımların neden-sonuç ilişkileri [bağlamları]
yanlış anlaşılmaktadır. Sağlık, eğitim, mevki-makam, bağımsızlık ve yaratıcı
çaba bu hizmetleri verdiğini iddia eden kurumların performansına göre
tanımlanmaktadır. [s. 13]”
“Bu kitapta yer alan makalelerde,
değerlerin kurumsallaşmasının toplumsal kutuplaşmaya ve psikolojik çöküntüye
yol açtığını [s. 13] ortaya koyacağım. Bunlar, küresel yozlaşma ve modernleşmiş
mutsuzluk sürecindeki üç boyutlu yapıyı teşkil etmektedir. Maddi olmayan
ihtiyaçlar meta haline dönüştürüldüğünde sağlık, eğitim, bireysel hareket
kabiliyeti, refah ya psikolojik iyileşmenin söz konusu olduğu hizmetlerin ya da
yapılan “uygulamaların” neticeleri olarak tanımlandığında küresel yozlaşma
sürecinin nasıl bir ivme kazandığını açıklayacağım. [s. 14]”
“İnsan doğasını, dünya görüşümüzü
ve dilimizi şekillendiren modern kuramların sahip oldukları genel sorunu ortaya
koymak istiyorum. Bu nedenle okulu örnek olarak seçtim. [s. 14]”
“Sadece eğitim değil, aynı
zamanda sosyal gerçekliğin bizatihi kendisi de okullaştırılmış durumdadır. [s.
14]”
“Refah bürokrasileri, toplumun
imgelem gücü üzerinde neyin değerli ve uygulanabilir olduğuna karar veren
profesyonel, siyasi ve mali tekel olma iddiası taşırlar. Söz konusu tekeller
sefaletin modernizasyonunun köklerinde yer almaktadır. Kurumsal bir karşılığı
olan her basit ihtiyaç, yeni bir fakir sınıfını meydana getirmekte ve yeni bir
sefalet tanımı yapmaktadır. On yıl önce Meksika’da, kişinin kendi evinde
doğması, kendi evinde ölmesi ve bir arkadaşının mezarı yanına gömülmesi son
derece normal bir yaşam düzeneğiydi. Kişinin sadece ruhsal ihtiyaçları kilise
kurumu tarafından giderilirdi. Şimdi ise yaşamın evde başlayıp evde sona ermesi
sefaletin ya da çok özel bir imtiyazın işareti haline gelmiştir. Hayatın sona
ermesi ve ölüm, doktorların ve cenaze teşrifatçılarının kurumsal idaresi
altında gerçekleşmektedir. [s. 15]”
“Temel ihtiyaçlar toplum tarafından
bilimsel olarak üretilmiş meta için talebe dönüştürüldüğünden, artık sefalet
teknokratların istedikleri gibi değiştirebilecekleri standartlara göre
tanımlanmaktadır. [s. 15]”
“Bu ülkelerin halkları, zengin
olmayı düşleyerek fakir yaşamayı öğrendiler. [Latin Amerika ülkeleri
kastediliyor. s. 20]”
“Zorunlu eğitim, kaçınılmaz bir
şekilde toplumu kutuplaştırdığı gibi uluslararası kast sistemine göre dünya
milletleri arasında bir sınıflamanın oluşmasına da yol açmaktadır. Kastlar
halinde düşünülen ülkelerin eğitim alanındaki itibarları, vatandaşlarının
okulda geçirdikleri yılların ortalamasına göre belirlenmektedir. [s. 22]”
“Üretiminin gidişatında
değişiklik gerçekleştirilmedikçe, biyokimyasal kirlenme neticesinde doğal
çevrenin bir süre sonra ortadan kalkacağına dair inanç, günümüzde genel olarak
kabul görmektedir. Toplumsal ve bireysel yaşamın, HEW kirlenmesi ve refahın yol
açtığı zorunlu ve rekabete dayalı tüketimin kaçınılmaz yan ürünlerince aynı
oranda tehdit edildiği de itiraf edilmelidir. [s. 22]”
“Okul, modern proleteryanın dünya
dini haline gelmiş ve teknolojik çağın fakir insanları için faydasız kurtuluş
vaatlerinde bulunmaktadır. Ulus-devlet bütün halkı, geçmişin toplum üyeliğine [s.
23] kabul edilme ritüellerine ve hiyerarşik terfilere benzemeyen ve bir dizi
diplomayla belgelenen gruplara ayırarak, bu sistemi benimsemiştir. [s. 24]”
“Pek çok öğrenme, kendiliğinden
olmaktadır ve pek çok planlı öğrenme bile programlanmış eğitimin sonucu
değildir. Ebeveynler, öğrenmeleri yolunda daha çok özen göstermelerine rağmen,
normal çocuklar ana dillerini kendiliklerinden öğrenmektedirler. İkinci bir
dili öğrenen çoğu insan alışılmadık şartlar altında ve belli bir diziye
dayanmayan öğretim sonunda bunu başarmaktadır; ya büyükanne ve büyükbabalarıyla
yaşarlar ya seyahat ederler ya da bir yabancının refakatinde büyürler.
Okumadaki akıcılık da aşırı müfredat çalışmalarının bir sonucu değildir. Okuma
ediminden zevk alan pek çok insan bu huyu okulda edindiklerine inanmaktadır.
Doğruluğu araştırıldığındaysa bunun bir yanılsama olduğu ortaya çıkmaktadır.
[s. 26]”
“Güzel sanatlar ve el becerisi
gerektiren işlerle uğraşan pek çok öğretmen, herhangi bir zanaat erbabına göre
daha az yetenekli, daha az yaratıcı ve daha az iletişim kurabilmektedir. Yüksekokullarda
görev yapan pek çok İspanyolca ve Fransızca öğretmeni öğrettikleri dili, yarım
dönemlik sıkı bir tekrara dayalı öğretimden geçmiş öğrencilerin konuşabildiği
doğrulukta konuşamamaktadır. [s. 29]”
“Nasıl ki yetenek öğretiminin,
müfredat sınırlamalarından bağımsız olması gerekiyorsa, özgür eğitim de devam
mecburiyetinden bağımsız olmalıdır. [s. 31]”
“Yaratıcı ve araştırıcı öğrenmeyi
gerçekleştirmek için aynı terimler ya da problemlerle kafası karışmış
partnerlere ihtiyaç vardır. […] Okula radikal bir alternatif olarak, aynı
sorunla motive edilmiş diğerleriyle kendi sorununu paylaşmak için her bireye
eşit şans verecek bir ağ ya da servis oluşturmalıdır. [s. 33]”
“Entelektüel bir eşleştirmenin,
bu uygulamanın New York’da nasıl başarılabileceği yolundaki görüşünü vererek ne
demek istediğimi bir örnekle açıklayayım. Verimli bir zaman ve ücretle her
birey, tartışabileceği bir partner bulmak amacıyla kendi adresini, telefon
numarasını, tartışmak istediği kitabı, makaleyi ya da filmi bilgisayar ortamına
aktarır. Aynı girişimde bulunmuş diğer bireylerin listesini mektupla birkaç gün
içerisinde elde edebilir. Önce aynı konu hakkında diyalog kurmak isteyenlerce
bilinebilecek kişilerle bir toplantı tertip etmek amacıyla bu liste kendisine
bilgisayar ortamında iletilir. [s. 33]”
“Çağdaş toplum, bilinçli
tasarımların bir sonucudur ve eğitim fırsatları onlara uygun olarak tasarlanmak
zorundadır. Okul vasıtasıyla belli bir amaca uygun olarak geliştirilmiş, tüm
günü kapsayan eğitime olan güvenimiz günümüzde azalmaktadır. Öğrenmek ve öğretmek
için daha farklı yollar bulmak zorundayız. Bütün kurumların eğitim niteliği
tekrar artmak zorundadır. [s. 37]”
“Hıristiyan imanının laikleşmesi,
kilisedeki kökleşmiş Hıristiyanların bir bölümünün kendilerini buna adamasına
bağlıdır. Tuhaf fakat benzer bir şekilde eğitimin okulsuzlaştırılması, okullarda
yetişen kişilerin liderliğine bağlıdır. Bu kişiler için müfredatlar bir savunma
kanıtı olarak hizmet edemez. Her birimiz bu sorumluluğu kabul edip diğerlerine
uyarıda bulunabiliriz. Hepimiz kendimize, yani her okullu insana yapılanlardan
sorumluyuz. [s. 39]”
“[O]kulu zorunlu bir müfredatı
takip eden, tam gün devamı gerektiren sınırlı yaş ve öğretmenle ilişkili olarak
tanımlayacağım. [s. 42]”
“Çocuklar Rönesans’ta Hristiyan
tefecilerle ortaya çıktı. Yaşadığımız yüzyıldan önce ne fakirler ne de
zenginler çocuk giysisinden, çocuk oyunlarından ya da çocukların yasalardan
muaf olduğundan haberdardı. Çocukluk burjuvaya aitti. İşçilerin, köylülerin ve
soyluların çocukları babalarının giyindiği [s. 42] şekilde giyinir, babalarının
oynadığı şekilde oynar, babalarının asıldığı gibi boyunlarından asılırlardı.
Burjuvazi tarafından çocukluğun keşfiyle beraber her şey değişti. Sadece bazı
kiliseler gençlerin onur ve olgunluğuna saygı duymaya bir süre devam etti.
İkinci Vatikan Konsülü’ne kadar her çocuğa, bir Hristiyanın yedi yaşında ahlak özgürlüğüne
eriştiği ve yedi yaşından sonra cezalandırılacağı ya da öldükten sonra sonsuza
dek cehennemde cezalandırılabileceği açıklanarak, günah işlemeye muktedir
olduğu öğretilirdi. [s. 43]”
“Kurumsal bilgi bize çocukların
okula ihtiyaç duyduğunu, çocukların öğrenme işini okulda başarabileceklerini
söylüyor. Fakat bu kurumsal bilginin kendisi, okul denen kurumun bir ürünüdür.
[s. 44] Çünkü sağduyu çocuklara sadece okullarda öğretim verebileceğini
söylüyor. İnsanoğlunu çocukluk kategorisine ayırmakla onları bir okul
öğretmeninin otoritesine ebediyen boyun eğmeye mecbur etmiş oluyoruz. [s. 45]”
“Hepimiz sahip olduğumuz bilginin
çoğunu okul dışından elde etmişizdir. Öğrenciler öğrendiklerinin çoğunu
öğretmenin yardımı olmadan, hatta öğretmenlere rağmen öğrenirler. En trajik
olansa, pek çok insanın, asla okula devam etmemesine rağmen derslerin okullarda
öğretilmesidir. [s. 45]”
“Öğretmenler okulda tatbik edilen
konuların kolayca öğrenilmesini genellikle engellemektedirler. [s. 46]”
“Öğrenciler öğrendiklerinin çoğu
için asla öğretmenlerine inanmamaktadırlar. Parlak zekâlılar da ahmaklar da
sopa zoruyla ya da kariyer elde etme hırsıyla dersleri ezberleyerek sınavları
geçmek için uğraşıp dururlar. [s. 46]”
“Okul, öğrencilerin öğrendikleri
şeyler için hiç önem arz etmemekle beraber öğretmenler için bir iş
oluşturmaktadır. Çocukların ne öğrendiği kimin umurunda? [s. 46]”
“Okul, doğası gereği
katılımcıların zaman ve enerjileri üzerinde bir hak iddia etmektedir. Bu durum,
öğretmeni sırasıyla vaiz, rehber, bekçi ve terapist rollerine sokar. [s. 47]”
“Yaptığımız şey, okullaşmanın
seremoni ve ritüelinin böylesi bir gizli müfredat oluşturduğuna dikkat
çekmektir. En iyi öğretmenler bile öğrencilerini bundan tamamıyla koruyamazlar.
Okullaşmanın bu gizli müfredatı, kaçınılmaz olarak toplumun bizzat kendi
üyelerinden bazılarına uyguladığı ayrımcılığa ve çoğunluğu hakir görecek yeni
bir hakla diğerlerinin imtiyazını pekiştirmesine, ön yargıyı ve suçu ilave
etmektedir. Bu gizli müfredat, kaçınılmaz olarak zengin ve fakir için aynı
derecede büyüme eğilimi gösteren tüketim toplumu üyeliğine kabul edilme töreni olarak
hizmet etmektedir. [s. 50]”
“Sertifikalandırılmış üniversite
mezunları ancak ve ancak fiyat etiketlerini üstlerinde taşıyan insanların yer
aldığı bir dünyaya uygun düşmektedir. [s. 52]”
“Tarihte hiçbir toplum, ritüel ya
da mit olmaksızın hayatını devam ettirememiştir. [s. 55]”
“Okullarda ne öğretildiği söz
konusu olmaksızın, zorunlu kamu okullarının kaçınılmaz bir şekilde böylesine
yoz bir toplum oluşturacağını anlamadıkça tüketim toplumu olmaktan öteye
geçemeyiz. [s. 55]”
“Zorunlu eğitime muhatap olmadan
büyüyen bir nesil, üniversiteleri tekrar yapılandırmaya muktedir olacaktır. [s.
56]”
“Okul sonsuz tüketim miti’nin de
başlatıcısıdır. [s. 56]”
“Gerçekte öğrenme edimi,
başkalarının yönetimine en az ihtiyaç duyulan bir insan etkinliğidir. Çoğu
öğrenme edimi bir öğretimin sonucu değildir. Daha ziyade anlamlı bir oturumda
engellenmeden gerçekleştirilen katılımın bir sonucudur. Pek çok insan en iyi “onunla
-öğreneceği şeyle birlikte- olmak” suretiyle öğrenme işini
gerçekleştirmektedir. Bununla beraber okul, insanların kendi bireysel kavrama
gelişimlerini ayrıntılı planlama ve amacına göre kullanmayla
ilişkilendirmektedir. [s. 56]”
“[B]ireysel gelişme ölçülebilir
bir meta değildir. [s. 57]”
“Okullaştırılmış bir dünyada,
mutluluğa giden yol “bilinçli” tüketiciler için hazırlanmış indekslerden geçer.
[s. 58]”
“[B]üyüme açık uçlu bir tüketim
olarak tasarlandığı için bu sonsuz süreç asla bir olgunluğa ulaşamaz. Sınırsız
nicelik artışına duyulan sadakat, organik gelişme imkânını yok eder. [s. 60]”
“Sonsuz Tüketim Miti, insanın
ebedi yaşam inancının yerini almaktadır. [s. 61]”
“Okul, sadece Yeni Dünya’nın dini
değil, aynı zamanda dünyanın en hızlı gelişen iş sektörüdür. [s. 64]”
“Geleneksel anlamda yabancılaşma,
insanı yaratmak ve tekrar yaratılma fırsatından alıkoyan, işin ücretli iş
haline gelişinin doğrudan bir sonucuydu. Şimdi genç insanlar okulda, piyasada
yer alacak bir meta olarak tasarlanan kendi bilgilerinin hem üreticisi hem de
tüketicisi olmaya yeltenirken, okul tarafından yabancılaşma öncesi bir
hazırlığa maruz kalmaktadırlar. Okul, yaşama hazırlığı yabancılaştırmakta,
böylece öğrenciler gerçek eğitimden ve yaratıcı- [s. 64] lıktan yoksun
bırakılmaktadır. Okul, öğretilmeye ihtiyaç duymayı öğreterek, yaşamın
yabancılaştırıcı kuramlarına hazırlık yapmaktadır. Bu ders bir kez
öğrenildiğinde, insanlar bağımsızlaşmaya doğru olan gelişim dürtüsünü
yitirmektedir. Bu insanlar artık benzer konulara karşı ilgi duymazlar ve
kurumsal tanımlamayla önceden saptanmadığında, yaşamın sunduğu sürprizlere
kendilerini kapatırlar. Okul, dolaylı ya da dolaysız olarak nüfusun büyük bir bölümünü
çalıştırmaktadır. Okul, insanları ya yaşama bağlamakta ya da bazı kurumlarda
çalışmalarının uygun olacağına onları inandırmaktadır.
Yeni Dünya kilisesi olan okul,
hem uyuşturucunun teminine hem de insanın, yaşam süresince işine hizmet eden
bir bilgi endüstrisidir. Bununla beraber okulsuzlaştırma, insanoğlunun
özgürleşmesine yol açacak bir hareketin temellerini teşkil etmektedir. [s. 65]”
“Elbette ki okul, amacı
insanoğlunun dünya görüşünü şekillendirmek olan tek modern kurum değildir. Aile
yaşamının, askerliğin, hastalıkla mücadelenin ve medyanın gizli müfredatı
insanın dünyasını -düşüncesini, dilini ve taleplerini- kurumsal olarak
yönetmede etkin bir role sahiptir. Okul, eleştirel yargı oluşturmanın birincil
işlevine sahip olduğuna inanıldığından dolayı, insanları daha derinden ve daha
sistematik bir şekilde köleleştirmektedir. [s. 65]”
“Hiç kimse okullaştırmadan
kendisini özgürleştiremediği için mazur görülemez. İnsanlar -en azından
bazıları- kurulu kiliseden kendilerini özgürleştirmedikleri sürece bu
krallıktan kendilerini kurtaramayacaklardır. İnsanlar, zorunlu eğitimden özgürleşinceye
kadar gelişimci tüketimden de kendilerini kurtaramayacaktır. [s. 66]”
“Ekonomiye hâkim olan çok uluslu
şirketler, günümüzde tamamlanma sürecini yaşamaktadırlar ve belki de bir gün
uluslar üstü olarak planlanmış hizmet birimleriyle yer değiştireceklerdir. [s.
66]”
“Okula karşı isyanın taşıyacağı
riskler önceden tahmin edilemez. Fakat bu riskler herhangi bir kurumda
başlayacak devrimin riskleri kadar korkunç değildir. Okul bir ulus-devlet ya da
büyük bir şirket kadar kendi güvenliğini koruyacak bir organizasyona sahip
değildir. Okulların buyruğundan kurtuluş kansız olabilir. [s. 67]”
“Önümüzdeki seçenekler son derece
açıktır. Ya sınırsız yatırımı haklı çıkaran bir üretim olan kurumsallaştırılmış
öğrenime inanmaya devam edeceğiz ya da sadece kişisel çabayla görülebilecek öğrenme
fırsatlarını engelleyen bariyerleri yıkmak amacıyla kullanılması gereken bir
yasayı planlamayı ve yatırımı yeniden keşfedeceğiz. [s. 68]”
“Kendimizi şu anda yürürlükte
olan pedagojik kibirden kurtarmayı başaramadıkça bu zorunlu öğretimin yıkıcı ve
gelişimci doğası hepimizi mahvedecektir. [s. 68]”
“Okullar, öğrenmenin müfredata
dayalı öğretme ediminin sonucu olduğu yolundaki sahte hipoteze dayanmaktadır. [s.
79]”
“Yoğun şehirleşmenin baskısı
altında çocuklar, okul tarafından biçim verilecek ve endüstri makinesince
işlenecek doğal kaynaklar haline gelmiştir. [s. 86]”
“Şu anki eğitim kuramlarımız
öğretmenlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. İhtiyaç duyduğumuz yapılar, her
insanın öğrenmek ve diğerlerinin öğrenmesine yardımcı olmak suretiyle kendisini
tanımlamasını mümkün kılacak olanlardır. [s. 91]”
“Öğrenme edimini gerçekleştirmek
için, öğrencileri istek ve zaman bulmaya teşvik edebilir ya da rüşvet vermek
üzere öğretmenler çalıştırmak yerine, kişinin kendi kendine motive olduğu
öğrenmeyi tercih edebiliriz. [s. 94]”
“İhtiyaç duyulan şey halka açık,
eğitim ve öğrenim için eşit fırsat sağlamak üzere tasarlanmış yeni “network”lardır.
[s. 98]”
“Çocuklar “plâstik” bir çağda
dünyaya gelmektedirler ve uzmanlar onların anlayışını kısıtlayan iki engelin iç
yüzünü görmelidirler. Bunlardan biri nesneler, diğeri de kurumlar etrafına inşa
edilmiştir. Endüstriyel tasarım nesnelerin doğalarına aykırı bir dünya
yaratmaktadır ve okullar da öğrencilerin nesnelerin anlamlı yapılarının yer
aldığı dünyaya ulaşmalarını engellemektedir. [s. 101]”
“Özel bir zorluğa maruz kalmamış,
çok iyi motive olmuş bir öğrenci, öğrenmek istediği şeyleri nasıl yapması
gerektiğini gösterebilecek kişiden elde edeceğinden fazla bir yardıma ihtiyaç
duymaz. Yeteneklerini sergilemeden önce pedagog olarak sertifika edinmeleri
gereken yetenekli insanlarca yapılan talep, yaşamlarının belli dönemlerinde,
muhtemelen özel koşullar altında ya insanların öğrenmek istemedikleri şeyleri
öğrenen ya da bütün insanların -özel bir engele sahip olanların bile- belirli
şeyleri öğreneceği ısrarının bir sonucudur. [s. 110]”
“Yaban için dünya kader, gerçek
ve gereklilik tarafından idare edilirdi. Prometheus tanrılardan ateşi çalarak
gerçekleri problemlere dönüştürdü ve kadere meydan okudu. Klasik dönem insanı,
insanoğlunun perspektifi için medenileştirilmiş bir bağlam oluşturdu. Kadere, doğaya
ve çevreye meydan okuyabileceğinin farkındaydı. Fakat sadece kendini riske
atmış olurdu. Çağdaş insan daha da ileri gitmektedir. Kendi hayaline göre
dünyayı yaratmaya ve tamamıyla insan yapımı bir çevre oluşturmaya teşebbüs
etmektedir. Bu yeni duruma uyum sağlamak için kendisini sürekli yenileme
koşuluyla bunu gerçekleştirebileceğini keşfetti. Şu anda insanoğlu kendisinin
tehlikede olduğu gerçeğiyle yüz yüzedir. [s. 131]”
“Planlanmamış olan hiçbir şey
arzu edilebilir olmadığından şehir çocuğu her isteğimiz için bir kurum
tasarımlayabileceğimiz sonucuna varmaktadır. Kendisine yapılan bağışın (öğrenim
bağışı) değer yaratacak sürecin gücü olduğunu zannetmektedir. […] Talep
edilmeyen hiçbir şeyin üretilemeyeceğini bilen kişi, bir süre sonra üretilmemiş
bir şeyin talep edilmeyeceğini düşünmeye başlar. [s. 132]”
“İnsanoğlu herhangi bir şeyi
talep etmek için düş kırıklığı yaratan bir güç geliştirmiştir. Çünkü insanoğlu
kendisi için kurumların yapamayacağı hiçbir şey tasavvur edemiyor. Etrafı güç
içeren araç-gereçlerle donatılmış olan insanoğlu, kendi araç-gereçlerinden biri
durumuna düşürülmüştür. Eski çağ kötülüklerinden bir tanesini ortadan kaldırmak
anlamına gelen her bir kurum, insanoğlu için kendini mühürleyen bir tabut
haline gelmiştir. İnsanoğlu, Pandora’nın kutudan çıkmasına izin verdiği
kötülükleri kapatmak amacıyla yaptığı kutularda hapsolmuş durumdadır. Bizim
araç-gereçlerimizce üretilmiş olan sistem, gerçeğin önüne set çekmiş, bizi de
içine almış durumdadır. Kendimizi birdenbire kurduğumuz tuzağın içinde bulduk.
[s. 133]”
“Modern kurumların absürtlüğü,
askerî olaylarda açık-seçik görülmektedir. Modern silahlar özgürlüğü,
medeniyeti ve yaşamı ortadan kaldırmak suretiyle savunabilir. Askeri dilde
güvenlik, yeryüzünde yaşama son verebilme anlamına gelmektedir. [s. 134]”
“İnsanoğlu bilim adamlarının,
mühendislerin ve planlamacıların oyuncağı haline gelmiştir. [s. 135]”
“Doğa her yerde zehirlenmekte,
toplum insansızlaştırılmakta, özel yaşam istilaya uğramakta ve bireysel
uğraşların artmasının önüne geçilmektedir. [s. 137]”
“Ürüne ihtiyaç duymanıza yol açan eğitim, ürünün fiyatına dâhil edilmektedir. Okul, yaşadığınız topluma ihtiyacınız olduğuna sizi inandırmaya çalışan bir reklam ajansıdır. [s. 138]”

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder