11 Nisan 2021 Pazar

OKULSUZ TOPLUM (IVAN ILLICH)

(Illich, Ivan, Okulsuz Toplum, Türkçesi: Mehmet Özay, Şule Yayınları, 54. Baskı, Kasım 2018, s. 141.)

Illich (1926-2002) modern Batı kültürünü ve kurumlarını ciddi biçimde eleştiren çağdaş filozoflardan biri. Pek çok eseri dilimize çevrilmiş: Şenlikli Toplum, Sağlığın Gaspı, Gender, İşsizlik Hakkı vd.

Gelelim Okulsuz Toplum’la ilgili notlarımıza:

* Sayfa 19’da fırsat eşitsizliği konusunda söylediklerine pek katılmıyorum. Büyük değişiklikler oldu, 70’lerde değiliz Illich’çim! En önemlisi de internet. Fakir bir çocuk internet erişimine sahipse zengin çocuğuyla neredeyse eşit şartlara kavuşmuş demektir, diyemez miyiz?

* “Pek çok öğrenme, kendiliğinden olmaktadır ve pek çok planlı öğrenme bile programlanmış eğitimin sonucu değildir. Ebeveynler, öğrenmeleri yolunda daha çok özen göstermelerine rağmen, normal çocuklar ana dillerini kendiliklerinden öğrenmektedirler. İkinci bir dili öğrenen çoğu insan alışılmadık şartlar altında ve belli bir diziye dayanmayan öğretim sonunda bunu başarmaktadır; ya büyükanne ve büyükbabalarıyla yaşarlar ya seyahat ederler ya da bir yabancının refakatinde büyürler. Okumadaki akıcılık da aşırı müfredat çalışmalarının bir sonucu değildir. Okuma ediminden zevk alan pek çok insan bu huyu okulda edindiklerine inanmaktadır. Doğruluğu araştırıldığındaysa bunun bir yanılsama olduğu ortaya çıkmaktadır. [s. 26]”

Bu cümlelere katılıyorum, uzun yıllardır yaptığım gözlemler de bu yönde.

* “Güzel sanatlar ve el becerisi gerektiren işlerle uğraşan pek çok öğretmen, herhangi bir zanaat erbabına göre daha az yetenekli, daha az yaratıcı ve daha az iletişim kurabilmektedir. Yüksekokullarda görev yapan pek çok İspanyolca ve Fransızca öğretmeni öğrettikleri dili, yarım dönemlik sıkı bir tekrara dayalı öğretimden geçmiş öğrencilerin konuşabildiği doğrulukta konuşamamaktadır. [s. 29]”

Herhâlde burada söylenenlere de karşı çıkan pek olmayacaktır.

* “Yaratıcı ve araştırıcı öğrenmeyi gerçekleştirmek için aynı terimler ya da problemlerle kafası karışmış partnerlere ihtiyaç vardır. […] Okula radikal bir alternatif olarak, aynı sorunla motive edilmiş diğerleriyle kendi sorununu paylaşmak için her bireye eşit şans verecek bir ağ ya da servis oluşturmalıdır. [s. 33]”

Burada ve devamında söylenenler ile 109, 110 ve 115. sayfada söylenenler günümüzde internet sayesinde gerçekleşti. Hatta bunların daha fazlası ve gelişkini de meydana geldi, ama okulsuzlaşma söz konusu olmadı. Bununla birlikte okula ihtiyaç azalıyor mu, araştırmak lazım. Bu arada, yazarın -varsa- konuyla ilgili daha güncel fikir ve değerlendirmelerini merak ediyorum.

* Sayfa 46-50 arasındaki tam gün devam zorunluluğuyla ilgili eleştirisine katılıyorum ama ne yapacak çocuklar okula gitmeyince? Köyde değiller ki davar gütsünler… Burada bir kez daha çıkmaza giriyoruz: Okulu modern yaşama biçimi zorunlu kılıyorsa sorun okulda mı, modernliğin kendisinde mi?

* “Geleneksel anlamda yabancılaşma, insanı yaratmak ve tekrar yaratılma fırsatından alıkoyan, işin ücretli iş haline gelişinin doğrudan bir sonucuydu. Şimdi genç insanlar okulda, piyasada yer alacak bir meta olarak tasarlanan kendi bilgilerinin hem üreticisi hem de tüketicisi olmaya yeltenirken, okul tarafından yabancılaşma öncesi bir hazırlığa maruz kalmaktadırlar. Okul, yaşama hazırlığı yabancılaştırmakta, böylece öğrenciler gerçek eğitimden ve yaratıcı- [s. 64] lıktan yoksun bırakılmaktadır. Okul, öğretilmeye ihtiyaç duymayı öğreterek, yaşamın yabancılaştırıcı kuramlarına hazırlık yapmaktadır. Bu ders bir kez öğrenildiğinde, insanlar bağımsızlaşmaya doğru olan gelişim dürtüsünü yitirmektedir. Bu insanlar artık benzer konulara karşı ilgi duymazlar ve kurumsal tanımlamayla önceden saptanmadığında, yaşamın sunduğu sürprizlere kendilerini kapatırlar. Okul, dolaylı ya da dolaysız olarak nüfusun büyük bir bölümünü çalıştırmaktadır. Okul, insanları ya yaşama bağlamakta ya da bazı kurumlarda çalışmalarının uygun olacağına onları inandırmaktadır.

Yeni Dünya kilisesi olan okul, hem uyuşturucunun teminine hem de insanın, yaşam süresince işine hizmet eden bir bilgi endüstrisidir. Bununla beraber okulsuzlaştırma, insanoğlunun özgürleşmesine yol açacak bir hareketin temellerini teşkil etmektedir. [s. 65]”

Bozukluk, sıkıntı var; kabul. Fakat bozukluğu öğretme ve onunla yaşama işini okul hallediyorsa yine de okulun bir işlevi var diyemez miyiz? İş yanlış ama yapılmak zorundaysa ve bunu okul sağlayacaksa fena mı? Ne yapılabilir?

Illich okumalarım sürecek, başka birkaç kitabını sipariş verdim. Onları da okuduktan sonra bu düşünürü daha iyi anlamayı umuyorum. Görüşmek üzere sevgili okurlar, kendinize iyi bakın. Sizleri zihin açıcı ve kışkırtıcı şu uzun alıntılarla baş başa bırakıyorum J

OKULSUZ TOPLUM’DAN:

“Öğrencinin imgelem gücü, değer yerine hizmetin muteber kabul edilmesi sebebiyle “okullulaştırılmaktadır”. [s. 13]”

“Sağlıklı bir yaşam için tıbbi tedavi, toplum yaşamında gelişme sağlamak için sosyal çalışma, emniyetin tesisi için polis teşkilatı, ulusal güvenlik için askeriye, üretkenlik için iş rekabeti gerektiği yönündeki çıkarımların neden-sonuç ilişkileri [bağlamları] yanlış anlaşılmaktadır. Sağlık, eğitim, mevki-makam, bağımsızlık ve yaratıcı çaba bu hizmetleri verdiğini iddia eden kurumların performansına göre tanımlanmaktadır. [s. 13]”

“Bu kitapta yer alan makalelerde, değerlerin kurumsallaşmasının toplumsal kutuplaşmaya ve psikolojik çöküntüye yol açtığını [s. 13] ortaya koyacağım. Bunlar, küresel yozlaşma ve modernleşmiş mutsuzluk sürecindeki üç boyutlu yapıyı teşkil etmektedir. Maddi olmayan ihtiyaçlar meta haline dönüştürüldüğünde sağlık, eğitim, bireysel hareket kabiliyeti, refah ya psikolojik iyileşmenin söz konusu olduğu hizmetlerin ya da yapılan “uygulamaların” neticeleri olarak tanımlandığında küresel yozlaşma sürecinin nasıl bir ivme kazandığını açıklayacağım. [s. 14]”

“İnsan doğasını, dünya görüşümüzü ve dilimizi şekillendiren modern kuramların sahip oldukları genel sorunu ortaya koymak istiyorum. Bu nedenle okulu örnek olarak seçtim. [s. 14]”

“Sadece eğitim değil, aynı zamanda sosyal gerçekliğin bizatihi kendisi de okullaştırılmış durumdadır. [s. 14]”

“Refah bürokrasileri, toplumun imgelem gücü üzerinde neyin değerli ve uygulanabilir olduğuna karar veren profesyonel, siyasi ve mali tekel olma iddiası taşırlar. Söz konusu tekeller sefaletin modernizasyonunun köklerinde yer almaktadır. Kurumsal bir karşılığı olan her basit ihtiyaç, yeni bir fakir sınıfını meydana getirmekte ve yeni bir sefalet tanımı yapmaktadır. On yıl önce Meksika’da, kişinin kendi evinde doğması, kendi evinde ölmesi ve bir arkadaşının mezarı yanına gömülmesi son derece normal bir yaşam düzeneğiydi. Kişinin sadece ruhsal ihtiyaçları kilise kurumu tarafından giderilirdi. Şimdi ise yaşamın evde başlayıp evde sona ermesi sefaletin ya da çok özel bir imtiyazın işareti haline gelmiştir. Hayatın sona ermesi ve ölüm, doktorların ve cenaze teşrifatçılarının kurumsal idaresi altında gerçekleşmektedir. [s. 15]”

“Temel ihtiyaçlar toplum tarafından bilimsel olarak üretilmiş meta için talebe dönüştürüldüğünden, artık sefalet teknokratların istedikleri gibi değiştirebilecekleri standartlara göre tanımlanmaktadır. [s. 15]”

“Bu ülkelerin halkları, zengin olmayı düşleyerek fakir yaşamayı öğrendiler. [Latin Amerika ülkeleri kastediliyor. s. 20]”

“Zorunlu eğitim, kaçınılmaz bir şekilde toplumu kutuplaştırdığı gibi uluslararası kast sistemine göre dünya milletleri arasında bir sınıflamanın oluşmasına da yol açmaktadır. Kastlar halinde düşünülen ülkelerin eğitim alanındaki itibarları, vatandaşlarının okulda geçirdikleri yılların ortalamasına göre belirlenmektedir. [s. 22]”

“Üretiminin gidişatında değişiklik gerçekleştirilmedikçe, biyokimyasal kirlenme neticesinde doğal çevrenin bir süre sonra ortadan kalkacağına dair inanç, günümüzde genel olarak kabul görmektedir. Toplumsal ve bireysel yaşamın, HEW kirlenmesi ve refahın yol açtığı zorunlu ve rekabete dayalı tüketimin kaçınılmaz yan ürünlerince aynı oranda tehdit edildiği de itiraf edilmelidir. [s. 22]”

“Okul, modern proleteryanın dünya dini haline gelmiş ve teknolojik çağın fakir insanları için faydasız kurtuluş vaatlerinde bulunmaktadır. Ulus-devlet bütün halkı, geçmişin toplum üyeliğine [s. 23] kabul edilme ritüellerine ve hiyerarşik terfilere benzemeyen ve bir dizi diplomayla belgelenen gruplara ayırarak, bu sistemi benimsemiştir. [s. 24]”

“Pek çok öğrenme, kendiliğinden olmaktadır ve pek çok planlı öğrenme bile programlanmış eğitimin sonucu değildir. Ebeveynler, öğrenmeleri yolunda daha çok özen göstermelerine rağmen, normal çocuklar ana dillerini kendiliklerinden öğrenmektedirler. İkinci bir dili öğrenen çoğu insan alışılmadık şartlar altında ve belli bir diziye dayanmayan öğretim sonunda bunu başarmaktadır; ya büyükanne ve büyükbabalarıyla yaşarlar ya seyahat ederler ya da bir yabancının refakatinde büyürler. Okumadaki akıcılık da aşırı müfredat çalışmalarının bir sonucu değildir. Okuma ediminden zevk alan pek çok insan bu huyu okulda edindiklerine inanmaktadır. Doğruluğu araştırıldığındaysa bunun bir yanılsama olduğu ortaya çıkmaktadır. [s. 26]”

“Güzel sanatlar ve el becerisi gerektiren işlerle uğraşan pek çok öğretmen, herhangi bir zanaat erbabına göre daha az yetenekli, daha az yaratıcı ve daha az iletişim kurabilmektedir. Yüksekokullarda görev yapan pek çok İspanyolca ve Fransızca öğretmeni öğrettikleri dili, yarım dönemlik sıkı bir tekrara dayalı öğretimden geçmiş öğrencilerin konuşabildiği doğrulukta konuşamamaktadır. [s. 29]”

“Nasıl ki yetenek öğretiminin, müfredat sınırlamalarından bağımsız olması gerekiyorsa, özgür eğitim de devam mecburiyetinden bağımsız olmalıdır. [s. 31]”

“Yaratıcı ve araştırıcı öğrenmeyi gerçekleştirmek için aynı terimler ya da problemlerle kafası karışmış partnerlere ihtiyaç vardır. […] Okula radikal bir alternatif olarak, aynı sorunla motive edilmiş diğerleriyle kendi sorununu paylaşmak için her bireye eşit şans verecek bir ağ ya da servis oluşturmalıdır. [s. 33]”

“Entelektüel bir eşleştirmenin, bu uygulamanın New York’da nasıl başarılabileceği yolundaki görüşünü vererek ne demek istediğimi bir örnekle açıklayayım. Verimli bir zaman ve ücretle her birey, tartışabileceği bir partner bulmak amacıyla kendi adresini, telefon numarasını, tartışmak istediği kitabı, makaleyi ya da filmi bilgisayar ortamına aktarır. Aynı girişimde bulunmuş diğer bireylerin listesini mektupla birkaç gün içerisinde elde edebilir. Önce aynı konu hakkında diyalog kurmak isteyenlerce bilinebilecek kişilerle bir toplantı tertip etmek amacıyla bu liste kendisine bilgisayar ortamında iletilir. [s. 33]”

“Çağdaş toplum, bilinçli tasarımların bir sonucudur ve eğitim fırsatları onlara uygun olarak tasarlanmak zorundadır. Okul vasıtasıyla belli bir amaca uygun olarak geliştirilmiş, tüm günü kapsayan eğitime olan güvenimiz günümüzde azalmaktadır. Öğrenmek ve öğretmek için daha farklı yollar bulmak zorundayız. Bütün kurumların eğitim niteliği tekrar artmak zorundadır. [s. 37]”

“Hıristiyan imanının laikleşmesi, kilisedeki kökleşmiş Hıristiyanların bir bölümünün kendilerini buna adamasına bağlıdır. Tuhaf fakat benzer bir şekilde eğitimin okulsuzlaştırılması, okullarda yetişen kişilerin liderliğine bağlıdır. Bu kişiler için müfredatlar bir savunma kanıtı olarak hizmet edemez. Her birimiz bu sorumluluğu kabul edip diğerlerine uyarıda bulunabiliriz. Hepimiz kendimize, yani her okullu insana yapılanlardan sorumluyuz. [s. 39]”

“[O]kulu zorunlu bir müfredatı takip eden, tam gün devamı gerektiren sınırlı yaş ve öğretmenle ilişkili olarak tanımlayacağım. [s. 42]”

“Çocuklar Rönesans’ta Hristiyan tefecilerle ortaya çıktı. Yaşadığımız yüzyıldan önce ne fakirler ne de zenginler çocuk giysisinden, çocuk oyunlarından ya da çocukların yasalardan muaf olduğundan haberdardı. Çocukluk burjuvaya aitti. İşçilerin, köylülerin ve soyluların çocukları babalarının giyindiği [s. 42] şekilde giyinir, babalarının oynadığı şekilde oynar, babalarının asıldığı gibi boyunlarından asılırlardı. Burjuvazi tarafından çocukluğun keşfiyle beraber her şey değişti. Sadece bazı kiliseler gençlerin onur ve olgunluğuna saygı duymaya bir süre devam etti. İkinci Vatikan Konsülü’ne kadar her çocuğa, bir Hristiyanın yedi yaşında ahlak özgürlüğüne eriştiği ve yedi yaşından sonra cezalandırılacağı ya da öldükten sonra sonsuza dek cehennemde cezalandırılabileceği açıklanarak, günah işlemeye muktedir olduğu öğretilirdi. [s. 43]”

“Kurumsal bilgi bize çocukların okula ihtiyaç duyduğunu, çocukların öğrenme işini okulda başarabileceklerini söylüyor. Fakat bu kurumsal bilginin kendisi, okul denen kurumun bir ürünüdür. [s. 44] Çünkü sağduyu çocuklara sadece okullarda öğretim verebileceğini söylüyor. İnsanoğlunu çocukluk kategorisine ayırmakla onları bir okul öğretmeninin otoritesine ebediyen boyun eğmeye mecbur etmiş oluyoruz. [s. 45]”

“Hepimiz sahip olduğumuz bilginin çoğunu okul dışından elde etmişizdir. Öğrenciler öğrendiklerinin çoğunu öğretmenin yardımı olmadan, hatta öğretmenlere rağmen öğrenirler. En trajik olansa, pek çok insanın, asla okula devam etmemesine rağmen derslerin okullarda öğretilmesidir. [s. 45]”

“Öğretmenler okulda tatbik edilen konuların kolayca öğrenilmesini genellikle engellemektedirler. [s. 46]”

“Öğrenciler öğrendiklerinin çoğu için asla öğretmenlerine inanmamaktadırlar. Parlak zekâlılar da ahmaklar da sopa zoruyla ya da kariyer elde etme hırsıyla dersleri ezberleyerek sınavları geçmek için uğraşıp dururlar. [s. 46]”

“Okul, öğrencilerin öğrendikleri şeyler için hiç önem arz etmemekle beraber öğretmenler için bir iş oluşturmaktadır. Çocukların ne öğrendiği kimin umurunda? [s. 46]”

“Okul, doğası gereği katılımcıların zaman ve enerjileri üzerinde bir hak iddia etmektedir. Bu durum, öğretmeni sırasıyla vaiz, rehber, bekçi ve terapist rollerine sokar. [s. 47]”

“Yaptığımız şey, okullaşmanın seremoni ve ritüelinin böylesi bir gizli müfredat oluşturduğuna dikkat çekmektir. En iyi öğretmenler bile öğrencilerini bundan tamamıyla koruyamazlar. Okullaşmanın bu gizli müfredatı, kaçınılmaz olarak toplumun bizzat kendi üyelerinden bazılarına uyguladığı ayrımcılığa ve çoğunluğu hakir görecek yeni bir hakla diğerlerinin imtiyazını pekiştirmesine, ön yargıyı ve suçu ilave etmektedir. Bu gizli müfredat, kaçınılmaz olarak zengin ve fakir için aynı derecede büyüme eğilimi gösteren tüketim toplumu üyeliğine kabul edilme töreni olarak hizmet etmektedir. [s. 50]”

“Sertifikalandırılmış üniversite mezunları ancak ve ancak fiyat etiketlerini üstlerinde taşıyan insanların yer aldığı bir dünyaya uygun düşmektedir. [s. 52]”

“Tarihte hiçbir toplum, ritüel ya da mit olmaksızın hayatını devam ettirememiştir. [s. 55]”

“Okullarda ne öğretildiği söz konusu olmaksızın, zorunlu kamu okullarının kaçınılmaz bir şekilde böylesine yoz bir toplum oluşturacağını anlamadıkça tüketim toplumu olmaktan öteye geçemeyiz. [s. 55]”

“Zorunlu eğitime muhatap olmadan büyüyen bir nesil, üniversiteleri tekrar yapılandırmaya muktedir olacaktır. [s. 56]”

“Okul sonsuz tüketim miti’nin de başlatıcısıdır. [s. 56]”

“Gerçekte öğrenme edimi, başkalarının yönetimine en az ihtiyaç duyulan bir insan etkinliğidir. Çoğu öğrenme edimi bir öğretimin sonucu değildir. Daha ziyade anlamlı bir oturumda engellenmeden gerçekleştirilen katılımın bir sonucudur. Pek çok insan en iyi “onunla -öğreneceği şeyle birlikte- olmak” suretiyle öğrenme işini gerçekleştirmektedir. Bununla beraber okul, insanların kendi bireysel kavrama gelişimlerini ayrıntılı planlama ve amacına göre kullanmayla ilişkilendirmektedir. [s. 56]”

“[B]ireysel gelişme ölçülebilir bir meta değildir. [s. 57]”

“Okullaştırılmış bir dünyada, mutluluğa giden yol “bilinçli” tüketiciler için hazırlanmış indekslerden geçer. [s. 58]”

“[B]üyüme açık uçlu bir tüketim olarak tasarlandığı için bu sonsuz süreç asla bir olgunluğa ulaşamaz. Sınırsız nicelik artışına duyulan sadakat, organik gelişme imkânını yok eder. [s. 60]”

“Sonsuz Tüketim Miti, insanın ebedi yaşam inancının yerini almaktadır. [s. 61]”

“Okul, sadece Yeni Dünya’nın dini değil, aynı zamanda dünyanın en hızlı gelişen iş sektörüdür. [s. 64]”

“Geleneksel anlamda yabancılaşma, insanı yaratmak ve tekrar yaratılma fırsatından alıkoyan, işin ücretli iş haline gelişinin doğrudan bir sonucuydu. Şimdi genç insanlar okulda, piyasada yer alacak bir meta olarak tasarlanan kendi bilgilerinin hem üreticisi hem de tüketicisi olmaya yeltenirken, okul tarafından yabancılaşma öncesi bir hazırlığa maruz kalmaktadırlar. Okul, yaşama hazırlığı yabancılaştırmakta, böylece öğrenciler gerçek eğitimden ve yaratıcı- [s. 64] lıktan yoksun bırakılmaktadır. Okul, öğretilmeye ihtiyaç duymayı öğreterek, yaşamın yabancılaştırıcı kuramlarına hazırlık yapmaktadır. Bu ders bir kez öğrenildiğinde, insanlar bağımsızlaşmaya doğru olan gelişim dürtüsünü yitirmektedir. Bu insanlar artık benzer konulara karşı ilgi duymazlar ve kurumsal tanımlamayla önceden saptanmadığında, yaşamın sunduğu sürprizlere kendilerini kapatırlar. Okul, dolaylı ya da dolaysız olarak nüfusun büyük bir bölümünü çalıştırmaktadır. Okul, insanları ya yaşama bağlamakta ya da bazı kurumlarda çalışmalarının uygun olacağına onları inandırmaktadır.

Yeni Dünya kilisesi olan okul, hem uyuşturucunun teminine hem de insanın, yaşam süresince işine hizmet eden bir bilgi endüstrisidir. Bununla beraber okulsuzlaştırma, insanoğlunun özgürleşmesine yol açacak bir hareketin temellerini teşkil etmektedir. [s. 65]”

“Elbette ki okul, amacı insanoğlunun dünya görüşünü şekillendirmek olan tek modern kurum değildir. Aile yaşamının, askerliğin, hastalıkla mücadelenin ve medyanın gizli müfredatı insanın dünyasını -düşüncesini, dilini ve taleplerini- kurumsal olarak yönetmede etkin bir role sahiptir. Okul, eleştirel yargı oluşturmanın birincil işlevine sahip olduğuna inanıldığından dolayı, insanları daha derinden ve daha sistematik bir şekilde köleleştirmektedir. [s. 65]”

“Hiç kimse okullaştırmadan kendisini özgürleştiremediği için mazur görülemez. İnsanlar -en azından bazıları- kurulu kiliseden kendilerini özgürleştirmedikleri sürece bu krallıktan kendilerini kurtaramayacaklardır. İnsanlar, zorunlu eğitimden özgürleşinceye kadar gelişimci tüketimden de kendilerini kurtaramayacaktır. [s. 66]”

“Ekonomiye hâkim olan çok uluslu şirketler, günümüzde tamamlanma sürecini yaşamaktadırlar ve belki de bir gün uluslar üstü olarak planlanmış hizmet birimleriyle yer değiştireceklerdir. [s. 66]”

“Okula karşı isyanın taşıyacağı riskler önceden tahmin edilemez. Fakat bu riskler herhangi bir kurumda başlayacak devrimin riskleri kadar korkunç değildir. Okul bir ulus-devlet ya da büyük bir şirket kadar kendi güvenliğini koruyacak bir organizasyona sahip değildir. Okulların buyruğundan kurtuluş kansız olabilir. [s. 67]”

“Önümüzdeki seçenekler son derece açıktır. Ya sınırsız yatırımı haklı çıkaran bir üretim olan kurumsallaştırılmış öğrenime inanmaya devam edeceğiz ya da sadece kişisel çabayla görülebilecek öğrenme fırsatlarını engelleyen bariyerleri yıkmak amacıyla kullanılması gereken bir yasayı planlamayı ve yatırımı yeniden keşfedeceğiz. [s. 68]”

“Kendimizi şu anda yürürlükte olan pedagojik kibirden kurtarmayı başaramadıkça bu zorunlu öğretimin yıkıcı ve gelişimci doğası hepimizi mahvedecektir. [s. 68]”

“Okullar, öğrenmenin müfredata dayalı öğretme ediminin sonucu olduğu yolundaki sahte hipoteze dayanmaktadır. [s. 79]”

“Yoğun şehirleşmenin baskısı altında çocuklar, okul tarafından biçim verilecek ve endüstri makinesince işlenecek doğal kaynaklar haline gelmiştir. [s. 86]”

“Şu anki eğitim kuramlarımız öğretmenlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. İhtiyaç duyduğumuz yapılar, her insanın öğrenmek ve diğerlerinin öğrenmesine yardımcı olmak suretiyle kendisini tanımlamasını mümkün kılacak olanlardır. [s. 91]”

“Öğrenme edimini gerçekleştirmek için, öğrencileri istek ve zaman bulmaya teşvik edebilir ya da rüşvet vermek üzere öğretmenler çalıştırmak yerine, kişinin kendi kendine motive olduğu öğrenmeyi tercih edebiliriz. [s. 94]”

“İhtiyaç duyulan şey halka açık, eğitim ve öğrenim için eşit fırsat sağlamak üzere tasarlanmış yeni “network”lardır. [s. 98]”

“Çocuklar “plâstik” bir çağda dünyaya gelmektedirler ve uzmanlar onların anlayışını kısıtlayan iki engelin iç yüzünü görmelidirler. Bunlardan biri nesneler, diğeri de kurumlar etrafına inşa edilmiştir. Endüstriyel tasarım nesnelerin doğalarına aykırı bir dünya yaratmaktadır ve okullar da öğrencilerin nesnelerin anlamlı yapılarının yer aldığı dünyaya ulaşmalarını engellemektedir. [s. 101]”

“Özel bir zorluğa maruz kalmamış, çok iyi motive olmuş bir öğrenci, öğrenmek istediği şeyleri nasıl yapması gerektiğini gösterebilecek kişiden elde edeceğinden fazla bir yardıma ihtiyaç duymaz. Yeteneklerini sergilemeden önce pedagog olarak sertifika edinmeleri gereken yetenekli insanlarca yapılan talep, yaşamlarının belli dönemlerinde, muhtemelen özel koşullar altında ya insanların öğrenmek istemedikleri şeyleri öğrenen ya da bütün insanların -özel bir engele sahip olanların bile- belirli şeyleri öğreneceği ısrarının bir sonucudur. [s. 110]”

“Yaban için dünya kader, gerçek ve gereklilik tarafından idare edilirdi. Prometheus tanrılardan ateşi çalarak gerçekleri problemlere dönüştürdü ve kadere meydan okudu. Klasik dönem insanı, insanoğlunun perspektifi için medenileştirilmiş bir bağlam oluşturdu. Kadere, doğaya ve çevreye meydan okuyabileceğinin farkındaydı. Fakat sadece kendini riske atmış olurdu. Çağdaş insan daha da ileri gitmektedir. Kendi hayaline göre dünyayı yaratmaya ve tamamıyla insan yapımı bir çevre oluşturmaya teşebbüs etmektedir. Bu yeni duruma uyum sağlamak için kendisini sürekli yenileme koşuluyla bunu gerçekleştirebileceğini keşfetti. Şu anda insanoğlu kendisinin tehlikede olduğu gerçeğiyle yüz yüzedir. [s. 131]”

“Planlanmamış olan hiçbir şey arzu edilebilir olmadığından şehir çocuğu her isteğimiz için bir kurum tasarımlayabileceğimiz sonucuna varmaktadır. Kendisine yapılan bağışın (öğrenim bağışı) değer yaratacak sürecin gücü olduğunu zannetmektedir. […] Talep edilmeyen hiçbir şeyin üretilemeyeceğini bilen kişi, bir süre sonra üretilmemiş bir şeyin talep edilmeyeceğini düşünmeye başlar. [s. 132]”

“İnsanoğlu herhangi bir şeyi talep etmek için düş kırıklığı yaratan bir güç geliştirmiştir. Çünkü insanoğlu kendisi için kurumların yapamayacağı hiçbir şey tasavvur edemiyor. Etrafı güç içeren araç-gereçlerle donatılmış olan insanoğlu, kendi araç-gereçlerinden biri durumuna düşürülmüştür. Eski çağ kötülüklerinden bir tanesini ortadan kaldırmak anlamına gelen her bir kurum, insanoğlu için kendini mühürleyen bir tabut haline gelmiştir. İnsanoğlu, Pandora’nın kutudan çıkmasına izin verdiği kötülükleri kapatmak amacıyla yaptığı kutularda hapsolmuş durumdadır. Bizim araç-gereçlerimizce üretilmiş olan sistem, gerçeğin önüne set çekmiş, bizi de içine almış durumdadır. Kendimizi birdenbire kurduğumuz tuzağın içinde bulduk. [s. 133]”

“Modern kurumların absürtlüğü, askerî olaylarda açık-seçik görülmektedir. Modern silahlar özgürlüğü, medeniyeti ve yaşamı ortadan kaldırmak suretiyle savunabilir. Askeri dilde güvenlik, yeryüzünde yaşama son verebilme anlamına gelmektedir. [s. 134]”

“İnsanoğlu bilim adamlarının, mühendislerin ve planlamacıların oyuncağı haline gelmiştir. [s. 135]”

“Doğa her yerde zehirlenmekte, toplum insansızlaştırılmakta, özel yaşam istilaya uğramakta ve bireysel uğraşların artmasının önüne geçilmektedir. [s. 137]”

“Ürüne ihtiyaç duymanıza yol açan eğitim, ürünün fiyatına dâhil edilmektedir. Okul, yaşadığınız topluma ihtiyacınız olduğuna sizi inandırmaya çalışan bir reklam ajansıdır. [s. 138]”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder