(Anday, Melih Cevdet, Aylaklar, Everest Yayınları, 1. Basım
Temmuz 2011, s. 251.)
Anday (1915-2002) şairliğiyle öne
çıksa da epey roman yazmış bir sanatçımız. Çok sayıda tiyatro oyunu ve denemesi
de var.
Aylaklar onun en yetkin romanı. İlk olarak 2014’ün sonlarında
okumuştum, yaklaşık altı yıl sonra bir kez daha okudum. Neden? Biraz neşeleneyim,
güleyim istedim; çok gülmüştüm bu romanı okurken. İlginçtir bu kez o kadar
güldürmedi beni. Doğrusu şaşırdım bu duruma, yaşlanıyor muyum, yaşama sevincim
enikonu azalmış da haberim mi yok diye kaygılanmadım değil. Görüyorsunuz ya bir
eseri ikinci kez okumanın hayat yolundaki seyrimizi gözden geçirten yanları
oluyor. Okur, ilk okuyuşunda başka sonrakinde başka biri olduğu için eser de
aynı eser olmaktan çıkıyor.
1k’de en çok alıntı paylaştığım
kitaplardan biri oldu Aylaklar. Yine
severek, bazen gülümseyerek, bazen içim burkularak okudum. En sevdiğim romanlar
arasındaki yerini yine korudu. Neden seviyorum Aylaklar’ı, ne var bu romanda?
Aylaklar bir konağın hikâyesi (de)
olduğu için isterseniz size önce o konağı tanıtmaya çalışayım:
3. Kat:
* Muammer (Torun. Galip ve
Pakize’nin oğlu.)
* Ayla (Muammer’in eşi.)
2. Kat:
* Galip (Damat. Kızları
Pakize’nin kocası.)
* Pakize (Küçük kız. Muammer’in
doğumunda ölmüştür.)
* Mürşide (Ruh sağlığı bozuk,
büyük kız.)
* Nesime (Galip’in kuzeni.)
1. Kat:
* Leman Hanım [Şükrü Paşa’nın üçüncü
ve son eşinden olan kızı. Konağı çekip çeviren baskın anne(anne).]
* Davut Bey (Leman Hanım’ın
kocası. Uçuk hayaller peşinde koşan, yaşlandıkça bunayan başka bir mirasyedi
paşazade.)
* Dündar Bey (Davut Bey’in arkadaşı.
Gençliğinde ihtilalci fikirler peşinde koşmuş bir idealistken yaşlandıkça
Meşrutiyet anılarında yaşayan pasif birine dönüşmüştür.)
* Şükrü (Muammer’in arkadaşı.
Konağın ukala ve arsız asalağı.)
Zemin:
Hizmetçi Melahat.
Eklentide de aşçı oturuyor.
***
Roman iki bölümden oluşuyor. Birinci
Bölüm (s. 1-150), Abdülhamit’in eczacıbaşısı Şükrü Paşa’dan kalma bir konağı,
konağın her biri diğerinden tuhaf ahalisini konu edinir. Konağın borçlar
sebebiyle elden çıkışı ve yıkılışıyla sona erer. Leman Hanım üzüntüsünden felç
geçirir. Ahali, Galip’in Muammer’e bıraktığı yeni apartmana taşınırlar. İkinci
Bölüm Muammer’in Günlüğü’dür (s. 151-251). Muammer’in varoluş sancılarını,
beraber yaşadığı insanlar hakkındaki yorumlarını ve baştaki “kadrodan” geriye
kalanların da birer ikişer ortadan kayboluşunu içerir. Konak yıkılmış, apartman
dağılmıştır. Muammer cebindeki bir lirasıyla bir otel odasında kalakalmıştır.
***
Roman kişileri, konuşma sahneleri
öyle teatral bir nitelik taşır ki kahramanları sanki karşımızda capcanlı görürüz.
Bence romanın başta gelen başarılı yanlarından biri bu. Bir diğeri ironik dili.
Anday’ın ironisi özellikle Leman Hanım’ın cümlelerinde daha belirgin ve
kaliteli, fakat neredeyse bütün kahramanlarda benzer bir üslup var. Anday
kendini tutamamış ve hepsinin ağzından bol bol espriler patlatmış. Bu durum
romanın gerçekliğine zarar veriyor bence. Aynı şekilde Hizmetçi Melahat veya
Muammer’in basit bir kadın olarak gördüğü Nesime de dâhil yine bütün
kahramanlar zaman zaman birer filozof oluveriyorlar. Belki sıradan insanlar da
kimileyin filozofça sözler ederler, ne var bunda, diye bir itiraz dile
getirilebilir. Fakat Aylaklar’ın
kahramanlarındaki durum pek böyle değil, çünkü bu iş doğallıkla kotarılamamış, laflar
kahramanların ağzından çıkmış gösterilseler de biz asıl konuşanın yine
kendisini tutamayan bilgiç yazar olduğunu fark ediveriyoruz. Söz gelimi şu
cümleler: “Nesime, ‘Seni sevdim Muammer,’ diye devam etti. ‘Ama benim sevgim
büyük bir sevgi değildir. Yaşamaya yetecek kadar severim ben. Daha çoğuna
kabiliyetim yoktur. Seni sürüklerdim, götürürdüm belki, ama sonra başa
çıkamazdım seninle. İnsanüstü dertlerin, kaygıların var senin. Basit değilsin benim
gibi.’ [s. 245]” Başka örnekler de bulunabilir.
***
Romanda “konak”ın Osmanlı İmparatorluğu’nu,
“apartman”ın da Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ettiği söylenebilir. İlginçtir ki
kahramanlar bu iki dönem için net bir görüşe sahip değiller, ne eskiyi yüceltirler
ne de yeni karşısında coşku duyarlar. (Leman Hanım’ın eskiye duyduğu özlemin
siyasi bir yanı yoktur.) Ayrıca, kahramanların hiçbiri konağın nasıl
“döndüğünü” bilmez. Anday, bir laytmotif olarak konağın idaresini -bir bakıma
Osmanlı Devleti’nin idaresini- dikkatimize sunar:
“Batıyormuşuz da birimizin haberi
olmamış. [...] Ekmeğin nerden geldiğini birimiz bile düşünmemişiz. Dün gece
sofrada bunu söyleyecek oldum, Dündar Bey 'Osmanlı İmparatorluğu da böyle
battı,' dedi. 'Biz aylıklarımızın köylüden alman vergi ile ödendiğini
bilmezdik, devletin bir köşede bir parası var, ondan veriyor sanırdık. Birinci
Dünya Savaşı'na neden girdiğimizi Talat Paşa bilmiyor, Cemal Paşa bilmiyor,
Enver Paşa bilmiyor. Peki kim biliyor? Bilen yok.' Doğrusu, Dündar Bey'in
Meşrutiyet anılarından bıkkınlık geldi, hangi konuyu açsanız lâfı oraya
getirir. Ama dün geceki sözleri çok yerindeydi. Elden giden köşkün ne ile
döndüğünü hiçbirimiz düşünmüyorduk, anneanneme güvenmişiz, o bilir, deyip
keyfimize bakmışız... Oysa o da bilmiyormuş! Bir gün hepimizi kapı dışarı
ediverdiler. Buna en çok üzülen anneannem oldu... Bir de Ayla. Anneanneme
üzüntüden inme indi. Demek sonumuzun böyle olacağını aklından bile
geçirmiyormuş, Şükrü Paşa Konağı'nı kimse elimden alamaz diye düşünüyormuş. [s.
154]”
Burada ilginç olan “cin gibi”
Leman Hanım’ın da gidişattan habersiz olmasıdır. O ki konağın sakinlerini şu
satırların da göstereceği üzere gayet iyi tanımaktadır:
“Leman Hanım, "Gençleşmeli
konak," diye onların sözünü kesti. "Gelinler, damatlar gelmeli,
çocuklar doğmalı, Şükrü Paşa'nın soyu yürümeli. Eski günleri, tatlı günleri,
neşeli günleri ihya etmeli efendim. Yeni zamanlar eski insanlarla gitmez."
Muammer, "İstek başka, karar vermek başkadır," dedi. "Beni
ilgilendiren işlerde..." [s. 90] Fakat yaşlı kadın susturdu onu: "Sen
kim oluyorsun?" dedi ona. "Sen kim, karar vermek kim? Bu işi üzerime
almasam, sen de teyzen gibi evde kalırsın, anladın mı? Biz öyle değildik, bizim
kuşak atılgandı, cesurdu, yaşamayı severdi. Bak bana bir defa da ibret al! Bu
yaşımda senden canlıyım. Davut Bey'e bak, yüz bulsa benden, dünyaya delik
açmaya kalkar. Dündar Bey'i görmüyor musunuz? Eski tabancasını bulsa, ihtilal
çıkaracak. Bir de bizden sonrakilere bakın canım! Şu Galip'in mıymıntılığına
bakın! Şu Mürşide'nin sersemliğine bakın! Biri para biriktirmeyi düşünür, öteki
rakı içip kapı dinlemeyi... Sizin kuşağa gelince, siz şimdi kuşak diyorsunuz
ya, bir filozofluktur gidiyor sizde, hindi gibi düşünüp duruyorsunuz. Sen
Muammer, yılgınlığı yakıştırmışsın kendine... Şükrü'yü severim, ama doğrusu o
da çokça kurnazdır ha... Çıkarını çok iyi bilir, ona göre kullanır herkesi...
Elinizi bir işe sürmeden dünyaya fetva vermek istiyorsunuz siz." [s. 91]”
Buna rağmen o da bir önlem
alamamış, konağın elden çıkıp yıkılışına seyirci kalmıştır. Dündar Bey’in şu
cümleleri ise konunun farklı bir yönüne değinmesi açısından önemli:
“Dündar Bey güldü: 'Benim de evim
oldu oğlum,' dedi. 'Evim değil, evlerim oldu. Ama hiçbirinin nasıl döndüğünü
bilememişimdir. Bu yüzden nasıl battığını da anlayamadım tabii. Geçen gün ne
dedim sana? Koskoca devletin nasıl battığını anlayamadık be! Balık baştan kokar
derler. Bizim millet, kokmakta olan başın kokusu bur- [s. 172] nuna geldikçe,
kendini kurtarmaya bakar. En kötüsü de budur işte. Batan gemi ile birlikte
batacağını hiç aklına getirmez. Mal toplamaya başlar, çalar, çırpar, yığar bir
yana... Sonunda bakar ki, hiçbiri kalmamış elinde. Onun için ne zaman mal
hırsının [ortalığı] sardığını görsem bir korkudur alır içimi.' [s. 173]”
Konağın nasıl döndüğü veya çekip
çevrildiği ile ilgili bu satırlar Muammer’in Günlüğü’nde karşımıza çıkar. Bu
doğaldır, çünkü Muammer günlüklerini öylesine değil bir amaç doğrultusunda
tuttuğunu söyler: “Şimdiye kadar farkında olmadan yaşamışım, bundan sonra
farkında olarak yaşamanın kendimce en inandırıcı kanıtı ise yeni tutmaya
başladığım bu günlük olacak. Sık sık bu defterin üzerine eğileceğim ve kendimi
sıygaya çekeceğim. Daha doğrusu, kendime sorular soracağım ve sorulara
karşılıklar bulmaya çalışacağım. [s. 153]” Bu arada, Muammer’in bu satırlarının
bana Bulantı’nın başkahramanı Antoine
Roquentin’in şu sözlerini hatırlattığını da ekleyeyim: “Olayları günü gününe
yazmak daha iyi olacak. Açıkça kavramak için bir günce tutmalı. Önemsiz gibi
görünseler de, küçük ayrıntıları, olayları kaçırmamalı, özellikle hepsini
sınıflamalı. Şu masayı, sokağı, insanları, tütün paketimi nasıl gördüğümü
anlatmalıyım, çünkü değişen bu. Bu
değişimin alanını ve özünü iyice belirlemeliyim. [s. 13]”*
***
Aylaklar, araştırmacılar tarafından farklı biçimlerde okunup
değerlendirilmiş, çok yönlü okumalara imkân veren, ironik dili, teatral kahramanları
ve diyaloglarıyla da ön plana çıkan sıkı bir roman. Bu ikinci okumamdan sonra
eser hakkında birkaç kelam da ben ettim, umarım iyi etmişimdir J. Herkese keyifli
okumalar dilerim.
* Sartre, Jean-Paul, Bulantı, Çeviri: Selâhattin Hilâv, Can Yayınları, 48. Baskı, Temmuz 2021, İstanbul, s. 256.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder