27 Mart 2022 Pazar

KAÇIRDIKLARIMIZ - YAŞANMAMIŞ HAYATA ÖVGÜ (ADAM PHILLIPS)

(Phillips, Adam, Kaçırdıklarımız Yaşanmamış Hayata Övgü, Çeviren: Selin Siral, Metis Yayınları, Dokuzuncu Basım: Ocak 2022, s. 165.)

Adam Phillips’ten (Britanyalı psikoterapist ve deneme yazarı, d. 1954.) okuduğum ilk eser. Yazarın Türkçeye epey kitabı çevrilmiş.

Kitapta Hüsran Üzerine, Kavrayamamak Üzerine, Yanına Kâr Kalmak Üzerine, Çıkıp Gitmek Üzerine, Tatmin Üzerine ve Deli Rolü Üzerine başlıklı altı deneme var. Ben özellikle Hüsran Üzerine’ye bayıldım. Bunda bir ara bu konuyu düşünmüş ve bir şeyler karalamış olmam da etkili oldu sanırım. Ayrıca, bu yazıyı okurken kendi çapında bir şeyler çiziktirenlerin yabancı olmadıkları bir deneyimi de yaşadım: “Aa, ben buna benzer şeyler yazmıştım!” İnsanoğlu en emin olduğu görüşlerinde bile yetkin olsun olmasın başka birinden destek bulunca seviniyor, hiç olmazsa kendisi gibi düşünen birilerinin varlığını görüp kahrolası yalnızlığın(d)a bir avuntu bulmuş oluyor.

Kaçırdıklarımız temel insani duygu ve tecrübelerimizden bazılarına dikkat kesiliyor, bu konularda zaman zaman aklımıza takılıveren zor sorular soruyor: Hüsran nedir? Aşkla hüsran arasında nasıl bir ilişki vardır? Arzulanan şeye ulaşmak tatmin getirir mi?  Kavrayamamak neden bir küçük düşme duygusuna yol açar? Nasıl olur da yaşamadığımız deneyimler hakkında, yaşadığımız deneyimlere kıyasla daha çok şey biliyormuş gibi görünürüz? Yazar, bu sorulara cevap bulmaya çalışırken özellikle Shakespeare ve Freud gibi isimlere de bol bol göndermede bulunuyor; bize gerçekten keyifle okunan, zihin açıcı, düşündürücü harika metinler sunuyor. Size bunlardan birkaç alıntıyla veda edeyim, keyifli okumalar dilerim.

“Gurur diye adlandırılan şey, ne istediğini bilmek ve ondan vazgeçmemektir.” (s. 15)

“Tragedyayı doğuran şey, dünyanın bizi değişime maruz bırakmasına izin vermektense onu katletmeyi yeğlememizdir.” (Stanley Cavell'den alıntı) (s. 18)

“Sadece tatmin edebilen biri hüsrana uğratabilir si- [s. 21] zi. [...] Biri sizi hüsrana uğratabiliyorsa ona değer verdiğinizi bilirsiniz. [s. 22]”

“Sevgi talebi her zaman sevgi konusunda bir şüphe içerir ve tüm şüphelerin temelinde de sevgi şüphesi yatar.” (s. 23)

“Tüm aşk hikâyeleri hüsran hikâyeleridir.” (s. 23)

“[...] üç çeşit hüsran vardır: ihtiyaç hüsranı, fantazisi kurulan tatminin yaşanmamasının yol açtığı hüsran ve gerçek dünyada yaşanan tatminin arzulanan, fantazisi kurulan tatminle örtüşmemesinin yarattığı hüsran.” (s. 28)

“Belki daimi bir öfke içindeyizdir ve kendimize yetemediğimiz için kendimizden, istediğimiz şeyi hiçbir zaman tam anlamıyla vermedikleri için de başkalarından intikam alıyoruzdur.” (s. 29)

“Deneyimden bir şeyler öğrenmek, ihtiyacımızı dünyada yaşamakla bağdaşır kılmanın yollarını bulmak anlamına gelir.” (s. 30)

“Hüsran duygumuzla başa çıkmak, bu duyguyu anlamak sadece tatmin olmayı garanti altına almak için değil, gerçeklik algımızı korumak için de zaruridir.” (s. 32)

“Hakiki tatmin, [...] hissettiğimiz yoksunluğun doğasını anlamamızı sağlayacak ipucu olmalıdır.” (s. 34)

“Aynı kafadan olma hayali, kavrayamama mevzusunun toptan ortadan kalkacağı bir insan grubuna ya da bir çifte dair bir düştür.” (s. 52)

“Bütün zorbalıklar başka birinin ihtiyaçlarını tamı tamına anlama iddiası taşır.” (s. 53)

“Psikanaliz tedavisinin amacı kişinin kendini daha iyi anlamasını sağlamak mıdır yoksa onu istediği gibi arzulayabilmesi için özgür kılmak mı?” (s. 56)

“Psikiyatrik tanılar kavrayamadığımız insan kalmasın diye vardır.” (s. 57)

“Freud'un belirttiği gibi, çocuğun anne babasına söylediği ilk başarılı yalan -ebeveynlerinin onun zihnini okuyamadıklarını ve dolayısıyla da alimi mutlak varlıklar olmadıklarını kendine kanıtladığı an- bağımsızlığının ilk ânıysa, aynı zamanda terk edilmişliğiyle de yüzleştiği andır bu.” (s. 77)

“Kurtulmanın getirdiği coşku, maruz kalınan kaybı her zaman dengelemez. Önümüze bakabilmek için neyi ardımızda bıraktığımızı düşünmemiz gerekir.” (s. 101)

“Tragedyaların sonunda tragedya kahramanları, kendi tatminleriyle ilgili yanlış fikirlere kapılmış olduklarını keşfederler.” (s. 115)

“Rol yapabilmek, özellikle de iyi rol yapabilmek, yabancılaşmanın mı, ustalık ve zorlukları aşabilmenin mi semptomudur?” (s. 151)

YENİ KAPİTALİZMİN KÜLTÜRÜ (RICHARD SENNETT)

(Sennett, Richard, Yeni Kapitalizmin Kültürü, İngilizceden Çeviren: Aylin Onocak, Ayrıntı Yayınları, 5. Basım, 2021, s. 144.)

Kurmaca türünde de eserler vermiş, önemli çağdaş düşünürlerden biri olan Sennett (d. 1943), daha önce yazdığı Karakter Aşınması adlı eserinde yeni kapitalizmde işin karakter üzerindeki etkilerini konu edinmişti. Bu eserinde de benzer konuları ele alıyor, yeni kapitalizmin “içyüzünü” göstermeye çalışıyor.  

Yeni Kapitalizmin Kültürü, Sennett’nin 2004 yılında Yale Üniversitesi’nde verdiği konferanslardan oluşuyor. Yazar, yeni kapitalizmin özelliklerini belli bağlamlarda (bürokrasi, yetenek, tüketim politikalarının siyasetle bağlantısı gibi) ele alırken temel tezini şöyle dile getiriyor: “[Yeni kapitalizmle birlikte] kurumlar, beceriler ve tüketim kalıpları gerçekten değişti. Benim iddiam, bu değişimlerin [sanılanın aksine] insanları özgürlüğe kavuşturmadığı. [s. 17]”

Sennett bu eserinde, ne yapılabileceği, bu sorunların üstesinden nasıl gelinebileceği konusunda çekimsermiş gibi görülebilir. Özellikle şu cümlesi karamsar bulunabilir: “Modern toplumsal gerçekliğin büyük kısmı, ondan bir anlam çıkarmaya çalışanlar için okunaksız. [s. 16]” Fakat Karakter Aşınması’nın son bölümüne bakılacak olursa Sennett’nin bir çözüm önerisi sunduğu görülecektir. Gerçi, bir çözüm önerisi sunmasa bile bu anlaşılabilir bir şey olurdu; çünkü daha bir meselenin varlığı ve(ya) mahiyeti konusunda bir fikir birliği yoksa çözümü düşünmek için erken olabilir.

Başta Karakter Aşınması olmak üzere yazarın bu eserini de özellikle cari yaşama biçimiyle başı hoş olmayanların okumasında yarar var. Keyifli okumalar dilerim.

5 Mart 2022 Cumartesi

ÇEVİRİ NEDEN ÖNEMLİDİR? (EDITH GROSSMAN)

(Grossman, Edith, Çeviri Neden Önemlidir?, Çeviren: Ayşe Ece, YKY, 2. Baskı, Ocak 2021, İstanbul, s. 80.)

Dil, başlı başına insanlığın en harika buluşuyken bir de onlardan bir tanesini bir diğeriyle ikame etmenin nasıl bir şey olduğunu düşünün! Homurdanıp duran varlıklardan dört başı mamur bir araç bulup da birbiriyle onun aracılığıyla anlaşabilen varlıklara dönüşmemiz nasıl muazzam bir gelişmeyse, bir dili bir diğeriyle denkleştirmeye çalışmak da o derece muazzam bir olay olmalı.

Bendeniz; çevirinin zorlu, muhteşem, büyüleyici, anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getiren, manyak keyifli, çıldırtıcı, incelikli, çepçetrefilli ve daha birçok şeyli bir etkinlik olduğunu erken fark etseydim çevirmen olmayı kafama koyardım kesin. Şimdi böyle bir çılgınlığa cesaret edemiyorum; yine de zaman zaman bu pek leziz uğraşla cebelleşmeden de edemiyorum doğrusu. Tabii, sadece çeviri faaliyeti değil, bu uğraşın mahiyeti de ilgimi çekiyor. Hatta bu ikincisi, tabiri caizse çeviri etkinliğinin doğası, imkânları, imkânsızlıkları daha çok ilgimi çekiyor. Bu nedenle zaman zaman çeviriyle ilgili bir şeyler okumaya çalışıyorum. İşte tesadüfen rastlayıp satın aldığım Çeviri Neden Önemlidir? adlı çalışmayı da bu nedenle okudum. Şimdi izninizle eserle ilgili birkaç kelam edeyim:

* Grossman ABD’li, 1936 doğumlu bir çevirmen. Özellikle Don Quijote çevirisiyle ünlenmiş. Çevirileriyle çeşitli ödüller almış. Eseri Türkçeye kazandıran Ayşe Ece de bir başka çevirmen, aynı zamanda İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyesi.

* Kitap, çevirinin önemi ve belli başlı özellikleri üzerine sohbet havasında yazılmış küçük bir çalışma. Bir giriş ve iki bölümden oluşuyor. (Giriş: Çeviri Neden Önemlidir? - 1 Yazarlar, Çevirmenler ve Günümüz Okurları - 2 Cervantes’i Çevirmek)

* Kitap sıradan okurlara hitap ediyor; rahat okunuyor, kuramsal tartışmalarla kafa şişirmiyor,

* Yazar, ABD’de neden çok az çeviri kitap yayımlandığını da sorguluyor, çeviri yayıncılığının zorluklarına değiniyor. (ABD’de her yıl yayımlanan kitapların %3 kadarı çeviri iken, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülkede bu oran %50’yi buluyormuş.)

* Son bölüm, ünlü yazar Cervantes ve eseri Don Quijote’yle ilgili. Bu bölümü, özellikle Cervantes hayranlarının ilgiyle okuyacaklarına eminim.

Şunlar da kitaptan birkaç alıntı:

“Dünya edebiyatı akademik incelemelere uygun bir bilim dalı olarak varlığını bütünüyle çevirilere borçludur. Aydınlanma değerlerine bağlı, evrensel bir uygarlığın geliştirilmesinde çeviri merkezi bir konumda yer alı[r]. […] [Rönesans] eski Yunan felsefe ve bilim yapıtlarının önce Latinceye sonra belli başlı Avrupa dillerine çevrilmesiyle başlamıştır. [s. 20]”*

“Çeviri, başka bir toplumda ya da başka bir zamanda yaşamış olan insanların düşüncelerini ve duygularını edebiyat aracılığıyla anlamamızı sağlar. Yabancı olanın bildik olana dönüşümünün tadını çıkarmamıza ve kısa bir süreliğine de olsa kendi dünyamızın, önyargılarımızın ve yanlış algılarımızın sınırlarını aşmamıza olanak tanır. Kişisel dünyamızı ve düşüncelerimizi o kendine özgü çok sayıdaki tarif edilemez yollarıyla genişletir ve derinleştirir. [s. 21]”

“Çeviri sayesinde yapılan sanatsal keşifler, her dilin ve edebiyatın sağlığını ve canlılığını korumasında etkili ve önemli bir rol üstlenir. [s. 23]”

“Gerçekte çeviri, yazarların tek bir ulusal ya da dilsel gelenekte bulunamayacak edebiyat dünyalarına girmelerini sağlayarak onların biçem, teknik ve yapı algılarını genişletip derinleştiren etkili ve yayılmacı bir güçtür. [s. 27]”

“[…] çeviri aracılığıyla yaşanan yenilikler, o dili konuşan ve o dilde okuyan ve yazanların ufuklarını genişletmekle kalmaz, dilin kendi doğasını da etkiler. [s. 27]”

“Edebiyat niçin ve nasıl önemliyse çevirinin de aynı nedenle ve aynı biçimde önemli olduğunu düşünüyorum: Edebiyat, çok önemli bir görevi üstlenerek kendimizi insan olarak görmemizi sağlar. [s. 35]”

“İspanyol felsefeci José Ortega y Gasset “Çevirinin Sefaleti ve Görkemi Üzerine” başlıklı makalesinde çeviriyi ütopik bir girişim olarak tanımlar, ancak insanın tüm yaptıklarının -bir başkasıyla aynı dilde iletişim kurmaya çabalamanın bile- ütopik olduğunu da [s. 61] ekler. Ortega’ya göre çeviri yapma ve iletişim kurma çabalarımızın ütopik olmaları ve her zaman sonuca tam ulaşamamaları onların göz alıcı değerini azaltmaz: “Bunun nedeni, tüm insan çabalarının boşuna oluşudur, insanoğlunun yazgısı -aynı zamanda da ayrıcalığı ve belirgin özelliği- giriştiklerine asla erişememek ve salt bir çaba, canlı bir ütopya olarak kalmaktır. O, hep yenilgiye doğru yürür ve daha savaş başlamazdan önce yarayı şakaklarında taşır[.] [s. 62]”

---

* Yıllar önce Hilmi Ziya Ülken’in Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü adlı kitabını okumuştum. Çevirinin nelere kadir olduğunu görmek isteyenler bu çalışmaya (da) bakabilir.

4 Mart 2022 Cuma

EDEBİYATÇILARIMIZ NE DİYORLAR (MUSTAFA BAYDAR)

(Baydar, Mustafa, Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2015, İstanbul, s. 350.)

* Kitap ilk olarak 1960’ta yayımlanmış. Röportajlar 1954-60 arasında yapılmış ve çoğu bazı dergilerde yayımlanmış. Baydar, Ruşen Eşref Ünaydın’ın Diyorlar ki’sine atıfla böyle bir isim seçmiş olmalı. Sunuş yazısını da Ruşen Eşref yazmış. İletişim’deki bu baskısını Kıvanç Koçak yayına hazırlamış.

* Kitap büyük bir kısmı çoktan meşhur olmuş elli şair ve(ya) yazarımızla yapılmış konuşmalardan oluşuyor. (Beyatlı ile değil kardeşiyle konuşulmuş. Tarancı’yı da kardeşi ve eşiyle konuşmuş Baydar.)

* Onlarca, belki yüzlerce yazım hatası var. Yazım ve noktalama konusunda, bir bakıma metnin orijinaline sadakat konusunda yaşanan kafa karışıklığı giderilememiş.

* Köşeli parantez içinde verilen karşılıklarda (yöntemsel) bir tutarsızlık var: Bazılarında verilen karşılık cümlenin kuruluşuna veya isim ve eylemin çekimine uygun hâle getirilmiş, bazılarında ise sadece karşılık verilmiş. Üstelik bu karşılık verme, açıklama işinde de gelişigüzel hareket edilmiş; bazen nispeten tanıdık bir kelimenin karşılığı verilirken daha az yaygın bir kelime atlanmış…

* Dizin yok, Koçak etraflı bir dizin hazırlasaydı çok işe yarardı.

* Baydar konuşmaya geçmeden önce sanatçının hayatıyla ilgili bilgiler de vermiş. Bu küçük biyografilerde sanatçının yaşamıyla ilgili ansiklopedik bilgiler ağırlıkta, fakat Baydar’ın yerinde ve önemli yorumlarını içerenler de var. Kitabı yayına hazırlayan Kıvanç Koçak bu biyografilere eklemeler yapmış, yazar ve(ya) şairlerin sonraki yaşamlarından ve ölümlerinden bahsetmiş. Sanırım, 2015 itibarıyla birkaçı dışında hepsi hayata veda etmişti. (Akbal 2015’te, Makal 2018’de ölmüş…) Kıvanç’ın, çoğu sanatçının ölüm sebebini yazması da hoşuma gitti, gülümsetti bu arada.

* Röportajlar birkaç sayfadan ibaret. Bu nedenle bu yazılara bakıp yazar ve(ya) şairlerle ilgili büyük laflar etmek zor. Ama az çok anladığım bir şey oldu: Maalesef bu meşhur sanatçılarımızın çoğu kayda değer bir şey söylememişler. Baydar, Önsöz’de ima ettiği üzere, bazen edilgen yapılarla, bazen üçüncü kişi ağzından güzel sorular yönelttiği hâlde sanatçıların bir kısmı bu soruları geçiştirmiş, önemsememiş, beylik laflar etmiş. Yine de içtenlikten yoksun bulmadıklarım ve keyifle okuduklarım da oldu: Samim Kocagöz, Refik Halit Karay, Fakir Baykurt, Hüseyin Cahit Yalçın ve Mahmut Makal’la yapılanlar gibi.

* Konuşmaları teker teker ele alsak daha çok şey söyleyebiliriz, sonuçta edebiyatımızın önemli bir evresinde söz sahibi olmuş, bir kısmı devrim sayılabilecek gelişmelere imza atmış kişilikler söz konusu. Ama şimdilik bu notlarla yetineyim bakalım. Son olarak, edebiyatseverler, edebiyatımızı ve sanatçılarımızı biraz daha yakından tanımak isteyenler kaçırmasın, derim; bu çalışma edebiyatçılarımızın sadece ne dediklerini değil, neyi demediklerini veya diyemediklerini de gösteriyor az çok.