Bir yaz günü, şehrin en işlek caddelerinden biriyle çevrili, kuğu, kaz ve ördeklerin süzüldüğü havuzlara sahip güzel bir parka bir posta kutusu yerleştirdim. İzin gerekir miydi, bilmem; sormadım da. Bir metre boyunda bir metal çubuğun ucuna sabitlenmiş, kilitli, küçük bir çekmeceydi bu. Üzerine “YAZ İÇİNDEN GEÇENİ” yazılı, yaprakları koparılabilen bir defter ve bir tükenmez kalem koydum.
Elli adım ötede,
asırlık bir meşenin karaltısına oturup sessizce izlemeye koyuldum. Saatler geçti.
Bir ara sığınmacı çocuklar defteri ve kalemi alıp kaçmaya yeltendi; onları
uyarıp yerime döndüm. Kimse kutuya yanaşmadı. Kutunun ne olduğu, niçin konduğu
gelip defterin üzerine bakılmadığı sürece anlaşılmıyordu. Bu sorunu “YAZ
İÇİNDEN GEÇENİ”yi koparıp kutunun yan yüzeyine yapıştırarak aşmaya çalıştım.
Pusuda avını
bekleyen avcılar gibi, tek cümle de olsa yazacak birini tekrar beklemeye
başladım. Yüzlerce insan geçti kutunun yanından. Birkaçı merak edip kutuyu
inceledi, ama bir şeyler yazan çıkmadı. Usanç kaplamaya başladı içimi. Tam kutuyu
toplayıp eve dönecektim ki yaşlı bir adam yaklaştı. Bu adam bir saat kadar önce
defteri karıştırmış, kutuyu incelemişti. “Yazacak mı acaba?” diye geçirdim
içimden. Ama hayır, cebinden dörde katlanmış bir kâğıt çıkarıp kutuya bıraktı
ve ağır adımlarla uzaklaştı. Belli ki yakınlarda bir yerde oturup bir şeyler
yazmış, sonra da gelip atmıştı. Kutuyu söküp eve dönerken, merakım
dizginlenemez bir hâle gelmişti. Evde, kâğıdı titreyen ellerimle açtım ve okumaya
başladım:
“Merhaba Evlat,
Az ötede
oturmuş, kurbanını bekliyorsun, değil mi? Hah, ha! Sanmam ki biri durup iki
satır yazmış olsun. Kalemle defterin devri geçti gibi. Neden internette yapmadın
böyle bir şeyi? Amacın ne, bilmiyorum. Ama emeğin boşa gitmesin diye bir şeyler
karaladım.
İçimden neler mi
geçiyor? Hayatımda ters giden şeylerin beni getirdiği yerden duyduğum
rahatsızlığı düşünüyorum. Hayatın, bir kısmını istediğimiz gibi geçirebilmek
için çok daha büyük bir kısmını istemediğimiz şekilde geçirmek zorunda
kaldığımız bir şey olmasını hiç istemezdim. Fakat hayatım tam da böyle oldu.
Keşke demesem de, kendime yazık ettim. Kendisinden iyilik, güzellik ve doğruluk
dışında her şeyin çıkabileceği insanlara boş yere canımı sıktım. Ne lüzum vardı
gerçekten? Bir yolunu bulup keyfime bakmalıydım.
Şimdi içimden
bir köşeye çekilmek geçiyor. Son yıllarda bir saplantı hâline geldi bu düşünce.
İnsanlardan uzak, hayvanlarla, bitkilerle dost bir ömür sürmek istiyorum. Ne
yazık ki ben geciktim. Sen geç kalma, evlat. Git, tavuk besle, ağaç dik, balığa
çık, bahçende domates yetiştir. Hayallerinle istediğin kadar büyütebildiğin
küçücük bir dünya kur kendine. Böyle sosyal deneylerle de yorma kendini. Bak,
ıhlamurlar çiçek açmış. Mis gibi kokuyorlar, değil mi?
Ihlamur koklamaya çıkan adamdan baki muhabbetle.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder