29 Ekim 2025 Çarşamba

FAKİR'İN KAPLUMBAĞALAR'I

Baykurt’u sinemaya uyarlanmış Yılanların Öcü adlı romanından tanıyordum. Yıllar önce Tırpan’ını okumuştum. Doğrusu hiç beğenmemiştim bu romanını. Şimdi de Kaplumbağalar’ını okudum. Yarım bırakmayı düşündüm ama bırakmadım, şans vereyim, dedim. Şans vermemin tek faydası Baykurt’un ciddiye alınacak bir tarafının olmadığını anlamam oldu.

Yazar, Tırpan’da Ankara’daki bir köyde yaşayanları Orta Çağ’da bile söz konusu olamayacak şartlarda yaşatıyordu. Komik desen komik değil, bu ne böyle, demiştim. Kaplumbağalar’da şartlar o kadar kötü gösterilmemiş ama aynı ciddiyetsizlik bu romanda da fazlasıyla mevcut. Köy hayatını az çok bilirim. Benim bildiğim köyle Fakir’in köyü birbirinden çok farklı. Aslında mesele romanın gerçeği ne kadar yansıttığı değil; yansıt(a)madığı gerçekliğin, “dönüştürdüğü” gerçekliğin bir şeye benzememesi. Büyülü gerçekçilik desen, değil, bir şeylerin parodisi desen, o da değil. Baykurt öylesine, dalga geçer gibi döktürmüş, kendi çapında eğlenmiş. Biraz kafadan kontak bir karakter yaratıp onun arkasına sığınarak Allah’la, Hz. Muhammet’le alay etmiş. Yer yer Kinizm’e çıkan söylemi tezini de önemsizleştirmiş.

Bizde köyü, köylüyü bilmeyen züppelerin köy romanı yazması eleştirilmiştir. Tırpan’ı ve Kaplumbağalar’ı okuduktan sonra Baykurt’un köyü bilmesinin ne artısı var, diye sordum kendime. İkide bir sıraladığı bitki adları, dürzü ve bokludan geçilmeyen köylü ağzı… Bravo! Şunu da eklemeden edemeyeceğim: Devlet, köylülere kamu arazisini ekip diktiler diye niye vermek zorunda olsun!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder