Geçen aylarda yazdığım gibi küçük öyküler yazmak istiyorum, ama yazamıyorum. İlginç! Sadece öykü değil, başka bir şey de yazamıyorum. Deniyorum, uğraşıyorum; olmuyor. Takıldım kaldım sanki. Bir yandan da biliyorum; böyle gitmeyecek, tekrar içime sinen bir şeyler yazabileceğim. Belki de bu yazıyla açılacağım, kim bilir. Zaten bu satırları da yazma uğraşından uzak kalmamak ve açılmak için yazıyorum.
Cuma günü eski
bir arkadaşımla buluştuk. Yedik, içtik, gezdik. Şehir turu yaptık. Trafik öyle
yoğundu ki çok şaşırdım. İlk defa bu yıl şehrin trafiğinin korkunç bir hâl
almaya başladığını fark etmiştim. Bu, o fark edişin teyidi oldu bir bakıma.
Gerçekten ne olmuş böyle? İstanbul’da görmeye alıştığımız bir şeydi bu. Konya
gibi bir şehirde hâlâ tuhafıma gidiyor, şaşırıyorum. Buralardan gitme vaktim
çoktan gelmiş benim. İnsan kalabalığı yetmezmiş gibi bir de araç trafiği ve
gürültüsü bela oldu. Hayırlısı bakalım…
Yıllarca
İstanbul’da da yaşamış biri olmama rağmen şehrin hayhuyu dediğim o “boş”
hareketliliğe hiç alışamadım. Araç ve insan trafiği, gürültü, koşuşturmaca… Hiç
bana göre değil bu yaşama biçimi. Doğrusu, buna benzer duygu ve düşüncelerimi
uzun zamandır dile getiriyorum; ama çözüm nâmına da bir şey yaptığım yok. Gerçi
geçmiş yazılarımdan birinde bir şeyler yapmaya başladığımı, bunun devamının da
geleceğini yazmıştım. Evet, yapacağım. İstediklerim, gerçekleşmeyecek, uçuk
kaçık şeyler değil ki!
Türkiye her yerinde aynı iklimin hâkim olduğu küçük bir ülke değil. Deniz istiyorsan deniz, dağ istiyorsan dağ, ovaysa ova, sıcaksa sıcak, soğuksa soğuk… Yeryüzü şekilleri ve iklim bakımından istediğimiz yerde yaşamamız kolay sayılır. Kalabalık sevmiyor musun, al başını git ücra bir ilçeye! Öyle değil mi? Dolayısıyla bu konuda bahanem yok. Olmadığı için de önümüzdeki yaz bir değişiklik yapacağım inş. Hayırlısı bakalım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder