Kamelyalı Kadın’a romanlarda en çok okunan romanlardan biri diyebiliriz.
Konuyla ilgili çalışmalara bakmadım ama en çok okunan eser bile olabilir. Malum
bazı romanlarda, özellikle içli kızlar bu türden aşk romanları okurlar sürekli, aşkı bu romanlardan tanırlar. Tanzimat romanında, daha sonra Servet-i Fünûn’da
vardır bunun örnekleri. Peyami Safa’nın eserlerinden de hatırlıyorum.
Kamelyalı Kadın romanını okumaya karar verince işte onun bu
özelliği aklıma geldi. Bu niteliğinin nereden
kaynaklandığını anlamak zor değil. Bu özelliği onun yalnız acıklı olmasından
kaynaklanmıyor bence, çünkü bu türden bir sürü roman var; Kamelyalı Kadın gerçekçi anlatımı ve sağlam kurgusuyla öne çıkmış
olabilir.
Eser, Üç Silahşörler ve Monte-Cristo
gibi meşhur romanların yazarı Alexandre Dumas’nın (père / baba Dumas) oğlu
Alexandre Dumas’nın (fils / oğul Dumas) daha 24 yaşındayken yazdığı, kendi
yaşadıklarına dayanan bir aşk hikâyesi. 1848’de yayımlanmış, 1852’de
oyunlaştırıldıktan sonra iyice ünlenmiş.
---spoiler---
Roman kibar fahişe Marguerite
Gautier ile genç bir burjuva olan Armand Duval arasındaki trajik aşk hikâyesini
anlatıyor. Marguerite, kamelya çiçeği taktığı için Kamelyalı Kadın olarak
tanınıyor. Armand, Marguerite'e âşık olur. İkili sevgili olurlar ve birtakım
zorluklardan sonra beraber yaşamaya karar verirler. Fakat bu beraberlik, Armand'ın,
yasadışı ilişkinin yarattığı skandaldan endişelenen ve Armand'ın kız kardeşinin
evlilik şansını yok edeceğinden korkan babası tarafından bozulur. Armand,
Marguerite'in onu başka bir adam için terk ettiğine inanır; gerçekleri genç
yaşında veremden ölen Marguerite'in kendisine bıraktığı mektuplardan
öğrenecektir.
---spoiler---
Yazar Dumas, geçmişine rağmen
Armand'a olan samimi sevgisi dolayısıyla yücelttiği Marguerite'in uygun bir
portresini ve zamanın ahlak anlayışına uymak zorunda kaldıkları için aşkı
paramparça olan iki sevgilinin acısını dokunaklı bir şekilde başarıyla yansıtır.
(Eserde Abbé Prévost'un bir romanı olan Manon
Lescaut’a (1731) atıflar vardır. Atıf yapılan romanda kahramanın Manon’a
duyduğu aşkın aksine Kamelyalı Kadın’da
Armand’ın aşkı, servetini ve yaşam tarzını onun için feda etmeye hazır bir
kadına yöneliktir.) Roman aynı zamanda 19. yüzyıldaki Paris yaşamının ve fahişelerin
kırılgan dünyasının tasviriyle de dikkat çekmektedir.
Şimdi birkaç tespitimi aktarayım:
* Romanda Kamelyalı Kadın’ın
nasıl olup da o yola girdiğiyle, okuma yazma bilmeyen bir köylü kızıyken bir
kibar fahişeye nasıl dönüştüğüyle ilgili bilgi yok. (Bir yerde çocukken annesinden
dayak yediğini falan söylüyor…)
* Eserde hem Marguerite hem de yine
(gözden düşen) bir fahişe olan Prudence nasıl bir hayat sürdüklerinin ve
kendilerini nelerin beklediğinin bilincinde insanlar olarak görünüyorlar. Yani
bizim melodramlarımızdakinin aksine kader
kurbanları gibi görünmüyorlar hiç.
* Çevirmen Tahsin Yücel, courtesan için yosma sözcüğünü kullanıyor. Eseri çevirdiği yıllarda (Başka bir
yayınevinde 1963’te basılmış.) yosma
kullanılıyor muydu, kullanılıyorsa courtesan
anlamına geliyor muydu bilmiyorum ama bu eşleştirme pek de uygun gelmedi bana.
Bunun yanında -tahmin ettiğimden daha az olmakla birlikte- Yücel’in bazı kelime
tercihlerini de tuhaf ve komik bulduğumu söylemeliyim. İstisna yerine kuraldışı
diyor mesela. Temiz dememek için arı, beyaz
dememek için ak demesi de insanı
güldürüyor :) Elbette temiz ve arı sözcükleri her durumda birbirinin
yerine kullanılabilecek sözcükler değil, bazı farklar tabiî ki var; fakat Yücel’in
meselesinin bir nüansı vermek olmadığı da belli. Bu çeviriyi satın almakla bile
bile lades oldum. Başka bir çeviriye bakın, Yücel’inkini tercih etmeyin
diyebilirim.
* Romanın konusunu yazarken yararlandığım şu adreste Marguerite’in
veremden değil frengiden öldüğü gibi birkaç spekülasyon ve esere dair daha pek çok
bilgi bulmak mümkün. Merak edenler bakabilir.
Şimdi de birkaç alıntı yapma zamanı:
“Ben bir ilkeye inanıyorum yalnız,
bu ilke de şu: İyiliği eğitim yoluyla öğrenememiş bir kadının önünde, iyiliğe
giden iki yol açar Tanrı; hemen her zaman böyledir: Biri acı, biri de aşktır bu
yolların. Çetin yollardır bunlar; bu yollara giren kadınlar ayaklarını kanatırlar,
ellerini parçalarlar, ama yolun dikenlerine günahın süslü giyimlerini de
bırakırlar aynı zamanda, Tanrı önünde yüz kızartmayan çıplaklıkla erişirler
amaca. [s. 20]”
“Kadınlar sevmedikleri insanlara
karşı acımasızdır. [s. 68]”
“Erkeklerin berbat bir
hastalıkları vardır, kendilerini üzecek şeyleri ille de öğrenmek isterler. [Kamelyalı’dan
Armand’a, s. 83]”
“Erkekler, elde etmeyi uzun zaman
bekledikleri şey onlara verilince tatmin olacak yerde sevgililerine şimdinin,
geçmişin, hatta geleceğin bile hesabını sorarlar. Ona alıştıkça, egemen olmak
isterler; ne kadar çok verilirse, o kadar fazlasını isterler. [Kamelyalı’dan
Armand’a, s. 85. Başka bir çeviriyle harmanladım, dikkat!]”
“Onu başkaları gibi bir yosma
olarak görmemekte hâlâ inat ediyordum, tüm erkeklerde rastlanan şu boş gurur
duygusundan ben de kurtulamıyordum, kendisine duyduğum eğilimi onun da bana
duyduğuna, hem de karşı konulmaz bir biçimde duyduğuna inanmaya hazırdım. [Armand’dan,
s. 88]”
“Bu uyumuş kent benimmiş gibi
geldi bana; belleğimde o zamana kadar mutluluklarına imrendiğim kişilerin
adlarını arıyordum; birini anımsayıp da kendimi ondan daha mutlu bulmadığım
olmuyordu. [s. 100]”
“Aşkı hep kırla bir araya
getirmişler, iyi de yapmışlar: hiçbir şey sevilen kadını mavi bir gök, kokular,
çiçekler, meltemler, tarlaların, koruların yalnızlığı kadar çevreleyemez. Bir
kadın ne kadar çok sevilirse sevilsin, kendisine ne kadar güvenilirse
güvenilsin, geçmişi geleceği konusunda size ne kadar güven verirse versin, yine
de az çok kıskanılır. Eğer âşık olmuşsanız, ciddi ciddi âşıksanız, tamamıyla
yaşamak istediğiniz varlığı dünyadan ayırmak ihtiyacını duymuş olmalısınız. Sevilen
kadın çevresindekilere ne kadar ilgisiz olursa olsun, insanlara ve eşyalara
temas ettiğinde kokusundan ve birliğinden bir şeyler kaybediyormuş gibi gelir.
[Bilmediğim başka bir çeviriden. Yücel çevirisinde s. 141]”
“Ne yazık! Uzun zaman mutlu olamayacağımızı anlamışçasına, mutlu olmakta acele ediyorduk. [s. 150]”
“Bir kadını sevmek ne demektir,
bilirsiniz, günler nasıl kısalıverir, insan kendini ne sevdalı bir tembelliğe
bırakır, bilirsiniz. Şiddetli, güvenli, paylaşılmış bir aşktan doğan şu her
şeyi unutmayı bilmez değilsiniz. Sevilen kadın olmayan her varlık, gereksiz bir
varlık gibi görünür. Daha önce yüreğinin bazı parçalarını başka kadınlara
attığına pişman olur insan, ellerinde tuttuğu elden başka bir el sıkmayı
olanaksız bulur. Beyin ne çalışma kabul eder, ne anı, durmamacasına önüne
sunulan biricik düşünceden uzaklaşmasına yol açabilecek hiçbir şeye yanaşmaz. Her
gün sevgilisinde yeni bir çekicilik bulur insan, bilinmedik bir haz bulur. [s.
153]”
“Tutkular duyguları güçlü kılar.
[Başka bir çeviriden, Yücel’de s. 168]”
“Marguerite’in anısı yakamı hiç bırakmıyordu. Fazla sevmiştim, fazla seviyordum bu kadını, birdenbire ilgisiz kalamazdım ona. Ya onu sevmem ya ondan nefret etmem gerekiyordu. [s. 191]”





