30 Mart 2021 Salı

SATRANÇ (STEFAN ZWEIG)

(Zweig, Stefan, Satranç, Almanca aslından çeviren: Ahmet Cemal, İş Bankası Kültür Yayınları, 24. basım, Ocak 2020, İstanbul, s. 83.)

"[...] bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhu üzerinde hiçlik kadar ağır bir baskı uygulayamaz. [s. 37]"

Satranç, Zweig'tan okuduğum ikinci eserdi - ilk eser Günlükler'di. Her ikisini de yıllar önce okumuştum. Şimdi yazarın külliyatını devirmeye çalışırken Satranç'ı tekrar okudum. 

Ahmet Cemal'in kitabın sonundaki "Satranç" Üzerine başlıklı yazısından yararlanarak eseri özetlemek istiyorum:

Olay New York'tan Buenos Aires'e gitmekte olan bir gemide geçer. "Bu gemide tamamen rastlantı sonucu karşılaşan üç kişi, yani yeni dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic, sıradan bir satranç oyuncusu olan anlatıcı ve bir zamanlar çok usta bir satranç oyuncusu olan, ama hayli zamandır satrançtan uzak kalmış bulunan Dr. B.[dir.] [s. 81]" "[...] Dr. B., mükemmel bir satranç oyuncusu olmasını ve ilk maçta dünya şampiyonu Czentovic'i yenmesini, geçmişindeki son derece sıra dışı bir olaya borçludur. Asıl mesleği avukatlık olan Dr. B., büyük manastırların ve bu arada eski Avusturya hanedanı üyelerinin malvarlıklarını yönetmektedir. Bu işini Avusturya'nın Naziler tarafından işgalinden sonra da sürdüren Dr. B., malvarlıklarına el koymak isteyen [s. 81] Gestapo tarafından tutuklanır. Ancak Gestapo, avukatı konuşturmak için son derece sıra dışı bir yöntem kullanır. [s. 82]" Dr. B., bir otel odasına yerleştirilerek mutlak anlamda tecrit edilir. Biriyle konuşması, okuması, yazması kesinlikle yasaktır. "[...] Dr. B., tam anlamıyla bir boşluğun, kendi deyişiyle bir "hiçliğin" içerisinde, zaman ve mekân dışı bir yaşam sürer. Bu tecrit durumundan ötürü artık ruhsal dengesini yitirmenin eşiğine geldiği sırada götürüldüğü bir sorguda sırasını beklerken, birinin asılı duran pardösüsünün cebindeki kitabı -ne kitabı olduğunu bilmeksizin- çalar. [s. 82]" Kitabı odasına götürür, onun bir satranç ders kitabı olduğunu görür. Artık o korkunç tecrit durumu son bulmuştur. Kitaptaki yüz elli adet farklı satranç partisini ezberler. Yenilerini kurgulamaya başlar. "Ancak bunu yapabilmek için, siyah ve beyaz taşlara göre, doğal olarak birbirinin hasmı olan iki farklı kişilik geliştirmek zorunda kalacaktır. [s. 82]"

"Bu noktadan öykünün şaşırtıcı sonuna [Dr. B. ilk oyunu kazanır, ikincisinde kriz geçirerek oyunu bırakıp kaybeder.] kadarki süreç, aynı zamanda faşizmin insan ruhu üzerindeki baskısının ne korkunç sonuçlar verebileceğinin ve bireyin böyle bir baskı altında ne ölçüde parçalanabileceğinin anlatımını içerir. Dr. B., [...] akıllı mı, yoksa deli mi olduğunu tam bir kesinlikle söyleyemediği bir konuma gelmiştir. [s. 82]" Artık bir "entelektüel ölüm" söz konusudur. "Zweig'ın Satranç başlıklı eseri, edebiyat alanında böyle bir "entelektüel ölüm" üzerine kaleme alınmış en yetkin metinlerden biridir. [s. 83]"

25 Mart 2021 Perşembe

YAKICI SIR (STEFAN ZWEIG)

(Zweig, Stefan, Yakıcı Sır, Almanca aslından çeviren: İlknur İgan, İş Bankası Kültür Yayınları, 12. basım, Ocak 2020, İstanbul, s. 88.)

Zweig'tan harika bir novella daha... Zweig, Mürebbiye'sinden de tahmin ettiğim üzere, çocukları anlatmasını da iyi biliyor doğrusu. Bu novellada on iki yaşında ve oldukça uslu görünen bir oğlanın (Edgar) dünyasına giriyoruz. Annesiyle kısa bir tatil için Alplerde bir otele yerleşen çocuk, otelde annesi ve çapkın bir baron arasındaki yakınlaşmaya tanık olur. Yetişkinlerin niyetini anlamasa da gizli bir şeylerin döndüğünü fark eder ve meraklanır. Bu merak çapkınla yakınlaşmasında içi pek de rahat olmayan annenin ihanetini engelleyecek ve çocuk yaşananları babasına anlatmayarak kendisini olgunlaştıran, çocukluktan artık yetişkinliğe adım atmasını sağlayan yakıcı bir sırra sahip olarak hayatına devam edecektir. 

Öyküde Edgar'ın masum bir çocukken birkaç gün içinde oldukça soğukkanlı hareket edebilen bir yetişkine benzemesi garipsenebilir belki. Ama bu durum bana hiç de olağanüstü gelmedi, çünkü yazar bu benzeyişi inandırıcı kılacak birtakım olayları es geçmiyor. Zweig, yer yer yaptığı psikolojik tahlillerle metni bir olaylar zinciri olmaktan kurtarıyor, bu tahlilleri uzatmayıp olay örgüsünde yarattığı gerilimle de keyif ve heyecanla okunan bir eser ortaya koyuyor; öyle ki ara vermeden kitabı okuyup bitirebiliyorsunuz.

Yaşamda, karşılığını neredeyse birebir gördüğüm şu güpgüzel satırları tadımlık alıyorum:

"Yalnızca başlangıçtaki vesileye bakmakla yetinirseniz bir sevginin gücünü yanlış değerlendirirsiniz, aslında daha öncesindeki gerilime, ruhun büyük sarsıntılarına zemin hazırlayan, yalnızlığın ve düş kırıklıklarının yarattığı o bomboş karanlığa bakmak gerekir. Yaşanmamış duygular burada birikerek aşırı ağırlaşır ve değeceğine inanılan ilk kişiyle karşılaşıldığında alabildiğine boşalır. [s. 14]"

"Bir kadının, asla sevmediği bir kocaya sadık kaldığı için pişman olmaya başladığı ve artık solmaya başlayan güzelliğinin, anaçlıkla dişilik arasında tercih yapmak için son bir şans daha tanıdığı yaşlardaydı. Çizgisi çoktan belirlenmiş olduğu düşünülen hayat, bu yaşlarda bir kez daha sorgulanır, isteğin büyülü ibresi son bir kez daha erotik bir macerayla tümden vazgeçiş arasında gider gelir. Kadın bu noktada, ya kendi kaderini ya da çocuklarının kaderini yaşamak, anne ya da kadın olmayı seçmek gibi riskli bir karar vermek durumundadır. [s. 19]"

"Hiçbir şey zekâyı tutkulu bir kuşku kadar bileyemez. Hiçbir şey olgunlaşmamış bir zihnin bütün olanaklarını karanlıkta kaybolan bir iz kadar harekete geçiremez. Bazen çocukları bizim gerçek addettiğimiz dünyadan ayıran sadece incecik bir perdedir ve rastlantısal bir rüzgârla açılıverir. [s. 36]"

"Edgar şimdi karşısında savunmasız kalmış olan ikisine, çocuklara özgü, neredeyse hayvanca denebilecek bir acımasızlıkla eziyet ediyordu. [s. 45]"

"[...] ama nefret insanın çabuk öğrenmesini sağlıyordu. [s. 45]"

23 Mart 2021 Salı

RAHEL TANRI'YLA HESAPLAŞIYOR (STEFAN ZWEIG)

(Zweig, Stefan, Rahel Tanrı'yla Hesaplaşıyor, Almanca aslından çeviren: Gülperi Sert, İş Bankası Kültür Yayınları, 4. basım, Temmuz 2019, İstanbul, s. X+70.)

Çevirmenin yazdığı Önsöz'den öğrendiğimize göre Zweig'ın beş menkıbesi varmış. Bunlardan üçü Rahel Tanrı'yla Hesaplaşıyor (s. 1-19), Üçüncü Güvercinin Hikâyesi (s. 21-25) ve Ölümsüz Kardeşin Gözleri (s. 27-70) bu kitapta yer alıyor. Diğer ikisi ise Gömülü Şamdan ve Zıt İkizler'miş.

Kitaptaki üç öykünün ikisi Kutsal Kitap'tan, diğeri ise Hint efsanesinden alınmış. "Kitaptaki üç öyküde de insanlar huzuru, barışı, Tanrı'yı ve kendilerini arıyorlar, bu arayış sırasında kendi yaşamlarını sorguluyorlar. Üç öyküde de barış özlemini dile getiren yazar, savaşın, şiddetin, gücün ve öldürmenin acımasızlığına vurgu yapıyor. [Önsöz, s. vii]"

Başka bir kitapta görüşmek üzere, okumaya devam...

10 Mart 2021 Çarşamba

MÜREBBİYE (STEFAN ZWEIG)

(Zweig, Stefan, Mürebbiye, Almanca aslından çeviren: İlknur İgan, İş Bankası Kültür Yayınları, 9. basım, Şubat 2019, İstanbul, s. 83.)

Dört öykü yer alıyor Mürebbiye'de: Mürebbiye (s. 1-18), Yaz Novellası (s. 19-30), Geç Ödenen Borç (s. 31-57) ve Kadın ve Yeryüzü (s. 59-83).

Birbirinden farklı dört güzel öykü... Mürebbiye'de Türk melodramlarından da tanıdığımız bir olaya tanık oluyoruz, iki küçük kızın mürebbiyesi talihsiz bir hadise yaşıyor. Yaz Novellası, bir özelliğiyle postmodern kurmacaya göz kırpıyor, öykü bir bakıma kendi yaratılış sürecini de içeriyor. Geç Ödenen Borç yaşamın türlü sürprizlerinden birini çıkarıyor karşımıza, ilginç ve dokunaklı bir öykü... Kadın ve Yeryüzü'nde yağmurun yağışının / yağamayışının harika betimlemeleri eşliğinde melankolik bir ruhla tanışıyoruz.

Zweig, yetkinlikle tercüme edilmiş hoş novellalarıyla birkaç aydır vazgeçemediğim bir yazar oldu. Okumaya devam...

Kapanışı şu güzel cümleyle yapalım: "İnsana mutluluk kadar sağlık katan bir şey yoktur ve en büyük mutluluk da bir başka insanı mutlu etmektir. [s. 57]"

Mutlu olmadığımızı mı düşünüyoruz, birilerini mutlu etmeye çalışalım, en azından bir deneyelim; Zweig'ın haklı olduğunu görmek mutlu olduğumuzu görmek demek çünkü.

---

Not: s. 48, 74 ve 76'da yazarın temel izleklerinden biriyle ilgili satırlar var.

6 Mart 2021 Cumartesi

BİR ZANAATLA BEKLENMEDİK KARŞILAŞMA

(Zweig, Stefan, Bir Zanaatla Beklenmedik Karşılaşma, Almanca aslından çeviren: Gülperi Sert, İş Bankası Kültür Yayınları, 2. basım, Ocak 2021, İstanbul, s. 59.)

Yine güzel, keyifle okunan, dolu ve yoğun bir Zweig eseriyle sizlerleyim dostlar. Bu kitapta iki öykü var: Birincisi Bir Zanaatla Beklenmedik Karşılaşma (s. 1-42), ikincisi de Prater'de İlkbahar (s. 45-59).

İlk öyküde Zweig âdeta "Ben işte böyle gözlem yaparım; olaylara, insanlara böyle nüfuz ederim." diyor. Bu öyküde anlatıcı Paris'in cadde ve sokaklarında başıboş gezinirken rastladığı bir zanaatkârı göz hapsine alıyor. Polisiye tadı veren öyküde kahramanımız bir dedektif gibi zanaatkârın izini sürüyor ve sonunda onunla ummadığı bir karşılaşma yaşıyor. İkinci öykü yazarın başka öykülerinde de yer verdiği, çeşitli boyutlarıyla ele aldığı aşka, bir Kamelyalı Kadın'ın toy bir üniversite öğrencisiyle yaşadığı ilişkiye dair. 

Zweig okumalarımız devam edecek, görüşmek üzere :)

4 Mart 2021 Perşembe

FIRINIM VAR BENİM

FIRIN

Bazı beyaz eşyalarımı A... merkezde kocaman ve güzel bir eve taşındıktan sonra 31.10.2013'te yenilemiştim. Ankastre sette fırın olduğu için buzdolabı, bulaşık makinesi ve mikrodalga almıştım. Sonra K...'ya taşındım. Yeni evimde fırın yoktu; birkaç kez alsam mı diye düşündüm ama ankastreli bir eve taşınırım, dursun bakalım diyerek erteledim. Son birkaç aydır aklımdaydı. Geçen gün zincir marketlerden birinde gördüm ve bu hesaplı ürünü, marka takıntıma rağmen, eve gelince hemen alıverdim (26.02.2021). Salı günü (02.03.2021) eve getirip kurdular.

BUZDOLABI ARASI

Ah bizim ve benim Özaltın marka no-frost olmayan (yes-frost :)) buzdolabım. Ne dayanıklı, ne anı yüklü, ne güzel şeydin sen... :( Buzunu çözmeyi özleyeceğimi hiç düşünmemiştim; ama özledim, biliyor musun? .ok sarısı buzluk kapağını, tel raflarını, en ufak sallanma belirtisi göstermeyen taş gibi kulpunu, arka tarafında yer alan ve çocukken dokunmaktan sakındığımız tesisatını, ayrıntıları hafızamda silinmeye yüz tutmuş kapak gözlerini... Hâlâ hatırlıyorum. Acaba neredesin, kimler dokunuyor sana, kimler besliyor içini, kimler çözüyor buzunu? Kimler açıp kapıyor kapağını? Var mı ne aradığını bilmeden açıp içine bakan birileri ha, söyle bakalım? Gece yarısı kalkıp da mal mal raflarına dalıp gidenler oluyor mu hâlâ? Seninle bir yaştaki kulp süsün duruyor mu? Evet evet, yeşilli kırmızılı, gül benzeri iki çiçekten bahsediyorum... 

Bu buzdolabını atandığımda annem vermişti bana. Ta çeyizinden kalan bir eşyaydı ve sadece bir kez motorunun değişmesi dışında sorun yaşatmadı bize ve sonra da bana. Toplamda 35 yıl civarı kullandık. Sonra cici bir dolap aldım, dijital göstergeli maneviyatsız bir şey... Memnunum yeni dolabımdan da ama eski dolabımı unutamam...

TEKRAR FIRIN

Henüz kullanmadım fırınımı ama hevesliyim, ne ve nasıl yemekler pişireceğimi ben de merakla bekliyorum :) Denemelerimden de söz ederim, takipte kalın... (Bir gün ciks laflardan ve bu arada takipte kalmaktan söz edelim mi?) Et, balık, tavuk ve hindi ağırlıklı çeşitlere yer vermeyi düşünüyorum. Patates başta olmak üzere arada sebze de denesem nasıl olur? Göreceğiz bakalım. 

NESNELER, EŞYALAR

Yıllarca beraber yaşadığım nesneler ve eşyalar, en azından bazıları, zamanla canlanıyorlar, onların da bir ruhları oluyor âdeta. Bunları yalnız dünyamın karanlığını artıran köhne varlıklar gibi / olarak görmüyorum hiç. Aksine, küçük dünyamın anlamlı parçaları hâline getiriyorum onları; zaman zaman söyleşiyorum onlarla, bende türlü türlü izlerle beliren yaşlanmanın onlarda nasıl cereyan ettiğine dikkat kesiliyorum; yaşlanma, yıllanma, eskime deyip geçtiğimiz süreçlerin mahiyetine kafa yoruyorum. 

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

Eşyalar, nesneler dedim de aklıma geldi. Bizler biraz cahillikten biraz da tarihi, siyasi tarihten ibaret görme kütlüğünden dolayı mikro tarihçiliğe uzak kaldık sanırım. Oysa eğlencelidir diye düşünüyorum mikro tarihçiliği, daha özelde de ıvır zıvırın veya gündelik hayatımızın tarihini. 

Konuyla ilgili yıllar önce (26.01.2013) bir kitap almış ve epey karıştırmıştım. Kudret Emiroğlu'nun Gündelik Hayatımızın Tarihi adlı çalışmasıydı bu. Dilini pek tutmadım Emiroğlu'nun, hem bu eserinde hem de önemli bir yapıt olan Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu isimli çevirisinde. Yine de bu alandaki en önemli Türkçe çalışma olabilir Gündelik Hayatımızın Tarihi, ilgililer bakabilirler.

SONUÇ

Bugün de böyle bir potpuri yaptık sevgili okur. Bu aralar işler biraz yoğun. Daha sık mülaki olmayı umuyorum. Hoşça kal!