30 Ekim 2024 Çarşamba

DÜŞ CERGESİ

Bir cerge (çerge) kurulur. Eğretidir, bu herkesçe bilinir. İçine girilir, kenarlarda eğleşilir. Doğrusu, kimse pek rahat değildir; ama bu uzun sürmeyecek, bir şeyler atıştırdıktan sonra herkes dağılacaktır.

Ortadaki boşluğa azık açılır. Yufkalar bölünür. Küflü peynir, domates, zeytin, haşlanmış yumurta… Yenilir. Cergeyi oluşturan çalı çırpı arasında bir kertenkele görülür. Kertenkele az da olsa insanlara alışıktır; korkup kaçmaz hemen, bir süre alık alık ahaliye bakar. Ona doğru minik bir yufka parçası atılır, kertenkele bir anda kaybolur. Uzaklarda bir eşek anırır. Arıya da sineğe de benzeyen irice bir yaratık cergeye bir sorti yapar. Cergeye girerken fark edilir, çıkıp gittiği ise görülmez.

Küflü peynir, domates, zeytin, haşlanmış yumurta yenilir. Doyulur. Cergenin hemen dışında, cerge kadar derme çatma bir ocakta kaynayan çaydan içilir. Son bardak cergenin dışında yudumlanır. Son bardağın son yudumlarında sebepsiz yere acele edilir.

Yemek ve çay faslı bitmiştir. Biraz kestirilir. Bir düş görülür. Düşün sonu bir türlü hatırlanmaz, artık ne kadarı hatırlanmışsa yazıya geçirilir: DÜŞ CERGESİ.

30.10.2024, Çarş.

22 Ekim 2024 Salı

NASIL YAZMALIYIM?

Eskiden şiir olsun, öykü veya deneme olsun bir şeyler yazmak demek, süslü püslü cümleler kurmaya çalışmak demekti benim için. Edebiyatın bundan ibaret olmadığını biraz geç de olsa anladım. Tabii, üzerinden yıllar geçmesine rağmen eski alışkanlıkları ya da kalıplaşmış hazır fikirleri terk etmek öyle kolay olmuyor. Yazılarımda hâlâ gelgitler yaşıyorum; kaçınmaya çalışsam da “edebî” cümleler kuruyor, içeriği ilginçliğe ve çarpıcılığa kurban etme tehlikeleri atlatıyorum.

Artık daha rahatım bu konuda. Uzun ve girift cümleler kurmaktan büyük ölçüde sakınabiliyorum. Fakat zorlandığım başka bir iki husus var. Bunlardan biri eski kelime merakım. Gerçi bu konuda elimden geleni yapıyorum, ama o kelimeleri kullanmak bana sadece doğal gelmiyor, biraz kaçınılmaz da geliyor; birtakım ince ayrımları verememekten korkuyorum. Yine de dikkat edeceğim bu konuya.

Fark ettiğim ve yapmamam gereken başka bir husus da şu. Üzerinde bir şeyler karalamaya çalıştığım farklı farklı pek çok konuyu bir şekilde duygusallaştırmak, acıklı bir havaya bürümek. Bir yazı, dokunaklı olabilir elbette, fakat her konu da öyle anlatılmaz ki! Bunu da bırakmam gerek.

Evet, sevgili okur, bugün de yazma tarzım üzerine, yazarken düştüğüm bir iki tuzak üzerine bir şeyler söylemek istedim; çünkü sadece herhangi bir konuda yazmayı değil, yazma süreci ve yazı üzerine düşünüp bir şeyler çiziktirmeyi de seviyorum. Umarım, laf kalabalığı yapmadığım, lafı eveleyip gevelemediğim, açık ve duru yazılarımla da karşında olabilirim. Hoşça bak zatına!

21.10.2024, Pt.

20 Ekim 2024 Pazar

HAYHUY

Merhaba Sevgili Okur,

Nasılsın, iyi misin? Umarım iyisindir. Bugün sana son zamanlarda dilime dolanan bir kelimeden, hayhuydan bahsedeceğim. Hiç duydun mu bu sözcüğü, kullanıyor musun? Doğrusu, pek de sık karşılaştığımız bir sözcük değil hayhuy. Ama neden bilmem, bir yazımda kullandığımdan beri peşimi bırakmadı, daha doğrusu zihnimi. Özellikle iş güç koştururken veya yorgun argın eve geldiğim akşam vakitleri geliyor aklıma. Sanki “Bütün gün çalıştın da ne oldu,” diye soruyor, “ne kaldı geriye?”

TDK “Boş ve sonuçsuz iş veya çaba” diye tanımlıyor hayhuyu. Kubbealtı da gürültü patırtı anlamından sonra şu tanımı yapıyor: “İnsanın vaktinin boşa geçmesine sebep olan çeşitli meşgale”. Ben belki de basit şamata veya boş iş anlamlarının ötesini zorluyorum, sözcüğün anlamına bende çağrıştırdığı öznel birtakım duyguları katıyorum.

Hani bazı işler, uğraşlar olur ya; sonunda bir kazanım söz konusu olmaz, hatta sonucunun ne olacağı önemsenmemiştir, keyifli bir süreç olarak yaşanmıştır o işe harcanan zaman… Benim hayhuyumda böyle bir nitelik de yok. Süreç bütünüyle boş ve biraz da rahatsız edici. Her gün böyle vakitler geçirdiğimizi düşünelim… Yıllar sonra bu tekil hayhuyların birleşip insanın ömrünü âdeta bir hayhuydan ibaret hâle getirdiğini… Uzaklardan hüsran göz kırpıyor, değil mi?

Sanırım hayhuy hüsranın yıkımını azaltmak için bulduğumuz bir oyun. Hüsran, umulana kavuşamamanın yoğun acısı; hayhuy, hüsrana uğrama korkusunun bizi düşünmekten, ummaktan alıkoyan, boşunalığı kaçınılmaz oyalanma. Belki de hayhuyu en çok da hüsranla olan bu yakınlığı sebebiyle seviyorum, kim bilir?

16/20.10.2024, Çarş./Pazar

11 Ekim 2024 Cuma

TÜLGEYİK

Selam Sevgili Okur,

Nasılsın, iyi misin? Ben pek iyi sayılmam doğrusu. Korkunç bir rüya gördüm, biliyor musun? Hani benim kurmaca karakterim Muzaffer Tülgeyik vardı ya,  o girdi düşüme. Sayısız dişleri, upuzun kanatlarıyla bir ejderha dikildi karşıma önce. Ne yapacağımı bilemedim. Tam çığlık atmak üzereyken Tülgeyik’in tanıdık sesini duydum. Ejderhanın sırtından bana doğru haykırdı. Dedi ki, “Ulan yazar bozuntusu, yeni bir seriye başladın, hep o seri için yazıyorsun. Unuttun beni, beni de yaz. Vallahi bırakmam peşini, kâbusun olurum. Demedi deme.”

Nutkum tutuldu. Haklıydı benim sevgili kurmaca karakterim. Ne zamandır tek kelime etmiyordum ondan. İşte bu nedenle sevgili okur, Tülgeyik’ten bahsedeceğim bu yazımda. Şimdiden keyif almanı dilerim.

Muzaffer Tülgeyik sekiz on gündür tatlı bir baş dönmesi yaşıyordu. Hani, Necati Cumalı bir oyununda “Mutluluk pek az kişinin eriştiği bir baş dönmesidir.” diyor ya, işte öyle bir şey. Bir kez daha anlamıştı Tülgeyik. Dünya aynı dünyaydı, bin yıl önce de, şimdi de. Onu nasıl gördüğümüz esriklik düzeyimize bağlıydı ancak. Ve aşktı esrikliğin en bitimsiz kaynağı, yalnız oydu yaşamı çekilir kılmakla kalmayıp istenilir de kılan. Tülgeyik muhtemel aşkının yarattığı canlılıktan hoşnuttu. Aynı dili konuşmak, anlaşıldığını düşünmek hoşuna gitmişti. Kendini var eden yazarın bu değişimi görmemiş olmasına içerliyordu. “Aşkın kapısına geldim, bizim yazarın haberi yok bundan. Şunun bir rüyasına gireyim de yine benden bahsetsin.”

Başarılı oldu Tülgeyik; yazar kısaca da olsa ondan söz etti uzun bir aradan sonra.

11.10.2024, Cuma

6 Ekim 2024 Pazar

BİZDEN ADAM OLMAZ MI?

“Bizden adam olmaz!” Ne kadar çok duyduk bu sözü, değil mi sevgili okur? Cahilinden aydınına çok yaygın bir söylem bu. “Bizden adam olmaz!” Neden olmasın, neden olmuyormuş, diye sorsak?.. “Olmaz da ondan, olmaz işte!”

Bence bizden de adam olur, adam olamamış başka bir toplumdan da. Barış içinde yaşayan, belli bir ekonomik refaha kavuşmuş saygın bir toplum olmak imkânsız bir şey değil ki! Bolca örneği de var. Yapılması gerekenler de belli. Biz de o toplumlardan biri olabiliriz.

“Ee, niye olmuyoruz öyleyse?” İstemiyoruz ki! Önce istememiz gerekiyor. Adam olmanın bizim için daha kaliteli bir hayat anlamına geldiğine inanmalıyız önce. İnanmıyoruz. Bu konuda pek düşünmüyoruz galiba. Düşünelim artısını, eksisini, bütün ayrıntılarını… Adam olma sürecinin nasıl bir şey olduğunu, neler gerektirdiğini, sonucun nasıl olacağını… Kısa vadede zorluk çekeriz ama sonrası rahat olur, özellikle gelecek nesiller rahat eder.

Evet, adam olmanın en zor yanı bir süreç içinde gelişmesi, hemen elde edilememesidir. Ama o düzeye bir kere ulaşıldıktan sonra korunması daha kolay olur. Bunu anlamalıyız. İnsanlar bir ev, bir araba için, çocuklarına mal mülk bir şeyler bırakmak için nasıl da çırpınıyorlar. Oysa, temiz bir çevre, güvenli bir sokak, şeffaf bir yönetim daha önemli. Villada hırsız korkusuyla yaşamaktansa 1+1 evimde o korkudan uzak yaşamayı tercih ederim.

Adam olmanın bedelini gözümüzde çok büyütmemeliyiz. Birikim yapıp onu yatırıma dönüştürmek gibi düşünebiliriz bu süreci. Kimsenin kopya çek(e)mediği bir sınavdaki derecemiz, birilerinin kopya çektiği bir sınavda kopya çekerek elde edeceğimiz dereceden kötü olmayacaktır. Ah, bir anlasak!

05.10.2024, Ct.