Mülayim Uslucan renklileri çıkardı, kucaklayıp salondaki kurutmalığa taşıdı. Çamaşırları teker teker kurutmalığa serdi. O da ne? Çoraplardan birinin eşi yoktu. Kurutmalığın sağına soluna baktı, bir şey göremeyince makineye döndü. Tamburu çevirdi, sıkışmış olabileceğini düşünerek körükle tambur arasını yokladı. Tamburu birkaç kez daha çevirdi, ama hiçbir şey bulamadı.
“Demek taşırken
düşürmüşüm,” diye düşündü. Makineye bakmaya gelirken gözüne çarpmamıştı. Adım
adım kontrol ederek kurutmalığa kadarki mesafeyi taradı, ama nafile. Serdiği
çamaşırları tek tek silkeledi, ters yüz etti; yine bir sonuç alamadı.
Tekrar banyoya
yöneldi. Bu kez daha dikkatliydi. Geçmediği yerlere bile bakmaya başladı. “Olur
ya,” dedi içinden, “kucağımdan düşen çorap, tam adımımı atarken ayağıma çarpıp
fırlamıştır belki.” Ama yoktu. “Yer yarılıp içine girdi bu meret,” diye
söylendi.
Makineyi bir kez
daha kontrol etmeye karar verdi. Kazana tekrar baktı; makinenin sağına soluna,
önündeki paspasın altına, antredeki yolluğun kenarlarına göz gezdirdi. Hatta
girmediği hâlde mutfağa da bir uğradı. “Allah Allah, nerede bu çorap?” Daha
önce benzer bir olay yaşamıştı. Bir keresinde çorap tambura yapışmış, öylece
kurumuştu. Bant gibi çekip almıştı onu. “Ya makineden ya da serdiğim çamaşırların
arasından çıkar yine,” diye umutlandı.
Sonra bir kahve
yaptı. Koltuğuna yerleşip dinlenme faslına geçti. Oysa Mülayim Bey, yıkanacak
kadar kirli bulmayıp kaldırdığı kadife pantolonunu kontrol etseydi, çorabın
paçanın biraz yukarısında takılı kaldığını fark edecekti. Bazen bir şeylerden
emin olmak, sadece zaman kaybettirir.
29.04.2025, Salı