15 Mayıs 2021 Cumartesi

SIDDHARTHA (HERMANN HESSE)

(Hesse, Hermann, Siddhartha Bir Hint Masalı, Almanca aslından çeviren: Kâmuran Şipal, Can Yayınları, 54. baskı, Aralık 2020, İstanbul, s. 148.)

"Siddhartha, Hermann Hesse'nin, Siddhartha Gautama'nı[n] hayatını konu aldığı, Budizm felsefesinin içrek (ezoterik) yönlerini işleyen, yazarın en ünlü eserleridir. Berlin’deki S. Fischer Verlag isimli yayınevi tarafından 1922 yılında ilk defa yayımlanmıştır.

Roman kahramanı Siddhartha, tıpkı Buda gibi bir prenstir. Gerçek bilgiye ulaşmak için babasının uzun süreli direnişine aldırmayarak sarayını, gençliğini ve ailesini geride bırakarak ormanlara çekilir. Gezgin bir dilenci olarak yaşamını sürdürdüğü uzun bir dönemin ardından Buda ile karşılaşır ve aralarında uzunca bir sohbet geçer. Buda ona, Budizm'in içrek yapısını ve felsefi derinliğini anlatır. Uzun meditasyon denemelerinden sonra aradığını tam olarak bulamamanın verdiği bıkkınlıkla hedefine götürecek aracı değiştirerek bir kente yerleşir ve ticaretle uğraşmaya başlar. İleri yaşlarında içindeki boşluğun baskısıyla birlikte yaşadığı kadını, varlığını henüz bilmediği çocuğunu ve edinmiş olduğu tüm servetini geride bırakarak yeniden kaçınık yaşama geri döner.

Siddhartha daha sonra bir ırmağın kıyısında kayıkçılık yapan -insanları ufak bir para karşılığında karşıdan karşıya geçiren- yoksul bir kayıkçı olan Vasudeva'nın yanına yerleşir. Vasudeva Siddhartha'ya gerçek bilgiye ve aydınlanmaya ulaşabilmesi için kılavuzluk edecektir. Romanın sonunda Siddhartha ırmakta gerçek bilgiyi bulur ve aydınlanır. Romanda açıklanmaz ama Vasudeva, Sanskritçe'de "ırmak tanrısı" anlamına gelmektedir." [https://tr.wikipedia.org/wiki/Siddhartha_(roman) Erişim: 15.05.2021]

---

"[...] düşünmek -öyle görünüyordu ona- nedenleri bilip tanımak demekti, ancak bu yoldan duygular bilgilere dönüşür ve yitip gitmeyerek bir varlık kazanır, içlerindeki özü ışıyarak çevrelerine yansıtırdı. [s. 46]"

"[...] gerek düşünceler, gerek duygular hoş şeylerdi, en son anlam her ikisinin arkasında gizliydi, her ikisine de kulak vermek, her ikisiyle de oynamak gerekiyordu, ikisi de küçümsenmemeli ya da abartılmamalıydı[.] [s. 55]"

"Her defasında garip bir ömür sürdürdüğünü, tümü de yalnızca oyun olan pek çok şey yaptığını, neşe ve bazen haz içinde vakit geçirmesine karşın gerçek hayatın ona hiç dokunmaksızın yanı başından akıp gittiğini düşünüyor, bir saat kadar bunun bilinci içinde yaşıyordu. [s. 76]"

"[...] günlük yaşamın bütün o çocuksu uğraşlarına ben de kendimi vererek bütün kalbimle katılsam, ben de gerçekten yaşasam, gerçekten bir şeyler yapsam, gerçekten yaşayıp hayattan keyif alsam, böyle bir seyirci gibi hayatın yanı başında durup dikilmesem, diye geçirdi içinden. [s. 77]"

"[...] içinde dingin bir yer, sığınılacak bir yer var, ne zaman istersen benim gibi oraya çekilebilir, kendini kendi evinde hissedebilirsin. [s. 77]"

"Pek az kişi de vardır, yıldızlara benzer, belli bir yörüngede ilerler durur, hiçbir rüzgâr varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar. [s. 77]"

"Onlarda bulunup kendisinde eksik olan bir şey vardı, bu yüzden imreniyordu onlara, bu insanların hayatlarına verdikleri öneme, sevinç ve korkuları coşkuyla yaşamalarına, o bitip tükenmeyen sevdalanmalarındaki ürkek ama tatlı mutluluğa imreniyordu. [s. 81]"

"Kamala'nın güzel yüzünde yorgunluk okunuyordu, mutlu bir hedefe ulaşmayan [s. 84] uzun bir yolda yürümenin verdiği yorgunluktu bu. [s. 85]"

"[...] olağanüstü bir tiksinme dalgasının etkisiyle bütün bu hazlardan, bu alışkanlıklardan, bütün bu anlamsız yaşamdan ve kendi kendisinden sıyrılma isteği duydu. [s. 85]"

"İçinde öyle bir his vardı ki, yaşamını değersizlik ve anlamsızlıkla geçirmişti; elinde canlı bir şey, şöyle hoşa gidecek ya da alıkonulmaya değer bir şey kalmamıştı. [s. 86]"

"Bilgelik bir başkasına anlatılamaz; bir bilgenin başkalarına anlatmaya çalıştığı bilgelik aptalca bir şey gibi gelir kulağa. [s. 139]"

"Bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelikse hayır. Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelikle mucizeler yaratılabilir, ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez. [s. 139]"

"Sevgi, dostum Govinda, her şeyin başı gibi görünüyor bana. Dünyanın iç yüzünü görmek, onu açıklamak, onu aşağılamak büyük düşünürlerin işidir belki. Ama benim için tek önemli şey, dünyayı sevebilmektir; onu aşağılamamak, ona ve kendime hınç ve nefret beslememek, ona, kendime ve bütün varlıklara sevgiyle, hayranlıkla ve huşuyla bakabilmektir. [s. 143]"

13 Mayıs 2021 Perşembe

KIRMIZI PAZARTESİ (G. G. MÁRQUEZ)

(Márquez, G. G., Kırmızı Pazartesi, İspanyolca aslından çeviren: İnci Kut, Can Yayınları, 68. baskı, Şubat 2021, İstanbul, s. 107.)

Márquez'den ilk okumam... Basit bir olay öyküsü... Pek tarzım değildir bu türden eserler.

---

"Onu pencerenin o şiirsel çerçevesi içinde böyle görünce, düşündüğüm kadın olduğuna inanmak istemedim, çünkü hayatın en sonunda kötü bir romana bu kadar benzeyebileceğini kabul etmek gelmiyordu içimden. [s. 80]"

"[İ]şte o zaman nefretle aşkın karşılıklı tutkular olduğunu keşfetmişti. [s. 84]"

ÖLÜ CANLAR (N. V. GOGOL)

(Gogol, N. V., Ölü Canlar, Rusça aslından çeviren: Mazlum Beyhan, 16. basım, İş Bankası Kültür Yayınları, Haziran 2020, İstanbul, s. 479.)

Gogol'ün ironisi müthiş, bana yer yer Oğuz Atay'ı anımsattı. Okumaya devam...

---

"Malum, hep bir başına kaldı mı insan yabanıllaşıyor. [s. 32]"

"[...] hangi yemek güzel bir söyleşinin yerini tutabilir ki! [s. 35]"

"Dünyanın neresinde olursa olsun, [...] hayatta hiç değilse bir kez, insan o ana dek karşılaşmadığı, bilmediği, görmediği, ona ömrü boyunca yaşadığı duygulara hiç benzemeyen duy- [s. 108] gular yaşatacak bir durumla karşılaşır. Yaşamımızı ilmik ilmik ören hüzünler arasında bir an için bir sevinç ışıltısı parlayıverir[.] [s. 109]"

"Sıcaklığı kalmamış bakışlarım hiçbir şeyi konuk etmiyor kendine, hiçbir şey bana gülünç gelmiyor, eskiden yüzümde canlı hareketler yaratan, bitmez tükenmez biçimde gülmeme, konuşmama neden olan şeyler şimdi gözümün önünden ilgisizce akıp geçiyor, kımıltısız dudaklarım kayıtsızlığını, buz gibi sessizliğini bozmuyor. [s. 132]"

"[G]ençliğin güzel yanı geleceğinin olmasıdır. [s. 317]"

"Bu canı sıkılmalar falan hep yeni çıktı, eskiden kimse böyle şeyler bilmezdi! [s. 369]"

"Toprak sahibinin canının sıkılmasına zamanı yoktur. Onun hayatında hiç boşluk yoktur, her zaman doludur toprakla uğraşan insanın hayatı. Yıl boyunca, değişen zamanlarda sürekli değişik işler yapması gerekir. Çeşitlilikleri bir yana, bunlar gerçekten ruhu da yücelten işlerdir. Doğayla, yılın mevsimleri, aylarıyla iç içe, olup biten her şeyin hem izleyicisi hem katılımcısı olarak yaşar insan. [s. 400]"

"Keserini hünerle kullanan bir dülgeri izlemek büyük bir zevktir benim için: Durup iki saat izleyebilirim onu. Çalışma, ruhumu şeneltir benim. [s. 401]"

"İnsan hiç beklenmedik bir anda [...] biriyle karşılaşır ve onunla yaptığı iç ısıtan sıcacık söyleşi, [...] bütün tatsızlıkları [...] unutturuverir[.] [s. 403]"

5 Mayıs 2021 Çarşamba

IVAN ILLICH (DÖNÜŞ SARITAŞ)

(Sarıtaş, Dönüş, Modern Dünyanın Bunalımı Karşısında Radikal Bir eleştiri ve Alternatif Çözümler: Ivan Illıch, Cinius Yayınları, 1. baskı, Nisan 2018, s. 155.)

"Hepimizin bildiği üzere yaşadığımız dönem küresel modern çağdır. Modern çağ, gelenekleri ve milli kültürel değerleri yok ederek, insanları yabancılaştırmakta ve herkesleştirmektedir. Günümüz modern toplumunda, araçlar amaç haline gelmekte ve bu araçlara değer atfedilmektedir. Modern teknoloji ile insan; yapmayı, eylemeyi değil, öğretilmeyi, götürülmeyi talep eder. Bu da insanın yaratıcılığını ve özgünlüğünü kaybetmesine yol açar. Üstelik modern çağda insanlar, uzmanlar tarafından sınırsız tüketime yönlendirilmekte ve kendi hür seçimlerini belirleyememektedirler. Günümüzde daha çok araçla, daha çok trafik yaratılmakta ve çevrenin doğal dengesi giderek bozulmaktadır.

Ivan Illich eserlerinde daha çok çağdaş kurumları ve araçları tenkit etmektedir. Bu kurum ve araçlar, insanları bağımlı hale getirip, onları seçeneksiz bırakmaktadır. Bu çalışmada Illich’in güncel sorunlar karşısındaki felsefi yaklaşımı ve modernite problemleri ile bu problemlere yönelik birtakım çözüm önerileri getirilmeye çalışılmıştır. Illich’ten bahsedildiğinde daha çok onun eğitim felsefesi, bilhassa Okulsuz Toplum’u bilinir. Oysa Illich, sosyal bilimlerin pek çok alanında fikir sahibidir. Dolayısıyla bu çalışma Illich’in diğer alanlardaki görüşlerini de tanıtmayı amaçlar. Illich modern kurum ve araçları tamamen dışlamaz, fakat bunlara olan bağımlılığa karşı sınırlandırma getirilmesi gerektiğini dile getirir. Bu bakımdan onun anarşist olduğu yönündeki söylemler tutarsızdır. O, daha çok modern toplumu eleştirerek, insanlardan yaratıcı, aktif ve özerk olmalarını bekler ve bunu da Şenlikli Toplum olarak adlandırır. Şenlikli bir toplumda ise çatışma ve kaostan çok dostluk, misafirperverlik ve ortak bir yaşama kültürü vardır..." (Kapaktaki tanıtımdan.) (05.05.2021)

--- 

Illich'i "Okulsuz Toplum", "Şenlikli Toplum" ve "Abc Aklın Modernleşmesi" (Barry Sanders ile birlikte) adlı çalışmalarından tanıyorum. Üslubu çetrefilli bir yazar Illich; bu nedenle onun düşüncelerini, eserlerini açımlayan çalışmalara ihtiyacımız var. İşte böyle bir çalışma olan Sarıtaş'ın eseri Illich'i anlamamızda yararlı olacaktır. Şimdi bu eserle ilgili birkaç notumu paylaşayım:

* Kitapta dizgi hataları çok fazla...

* Illich'in hayatıyla ilgili bölüm, daha geniş tutulabilirdi. Bu, onun düşünüş biçimini ve fikirlerini anlamamıza yardımcı olurdu.

* İkinci bölümle üçüncü bölüm başlıklara uyacak şekilde yazılamamış. Üçüncü bölümde söylenmesi gerekenler ikinci bölümde de yer alıyor; bu nedenle ciddi bir tekrar sorunu ortaya çıkmış.

* Illich'in tutarsızlıklarına, açmazlarına çok çok az değinilmiş. Oysa s. 21'deki şu cümlede olduğu gibi bazı tespitler yapılabilseydi iyi olurdu: "Onun tutarsızlığı eğitimde bireyciliği savunurken, toplum felsefesinde insanın yabancılaşmaması gerektiğini ileri sürmesindendir." Yine s. 146'daki şu yargı da geliştirilip açıklanabilir ve benzeri eleştiriler artırılabilirdi: "[...] Illich toplum eleştirmeni olduğu için insanla ilgili bakış açısı zayıftır. Ondan bir insan tanımı ve dolayısıyla da bir insan felsefesi çıkaramıyoruz."

* Sarıtaş; Kenan Gürsoy ve Levent Bayraktar gibi isimlerden de bağlama pek uygun olmayan alıntılar yapmış. Ayrıca, Illich'in eğitim hakkındaki fikirleriyle Ahilik arasında kurduğu benzerlik biraz zorlama olmuş; çok önemli farklılıklar var çünkü. 

* Sarıtaş, Illich'in düşünce tarihindeki yeriyle ilgili söylenenlere az da olsa değinmiş ve onun hangi görüşe yakın veya uzak olduğuyla ilgili bilgiler vermiş. Bu konuyla ilgili kısımları ilgiyle okuduğumu söylemeliyim. (06.05.2021)

2 Mayıs 2021 Pazar

ABC AKLIN MODERNLEŞMESİ (IVAN ILLICH, BARRY SANDERS)

(Illich, Ivan; Sanders, Barry; Abc Aklın Modernleşmesi, Türkçesi: İsmail Avcı, Ümit Şahin, Yeni İnsan Yayınevi, 1. baskı, İstanbul, Kasım 2015, s. 176.)

"ABC Aklın Modernleşmesi, metin üzerine bir kitaptır. Metnin dönüşümü, alfabenin ortaya çıkmasıyla, sözlü kültürden yazıya geçişle, hafızanın yerini unutuşun almasıyla, yazıdaki kelimelerin arasına boşluk konmaya başlamasıyla, ardından yazının sessizce tefekkür edilmesi ve nihayet yazının benliği kurgulamasıyla ve kurgunun / yalanın edebiyatı değiştirmesiyle bugün yaşanan elektronik çağa dönüşümüdür.

Okulsuz Toplum, Şenlikli Toplum ve Sağlığın Gaspı kitaplarında İllich, okul, hastane ya da otomobil gibi endüstriyel araçlar üzerine yazar. Bu araçların gerçeklik algımızı nasıl biçimlendirdiğini ve daha önemlisi insan zihninin bu araçları kullanarak gerçekliği nasıl inşa ettiğini inceler. Bütün bunların üzerine kendisine sorulan Batı Kültürünü biçimlendiren en önemli araç nedir sorusuna "alfabe" diye cevap verir. Batı Uygarlığı bütünü parçalara ayırmakta öyle bir noktaya varır ki, sonuçta "iki insanın karşılaşması bir sistemin iki öğesi arasındaki bilgi alışverişine" indirgenir. ABC Aklın Modernleşmesi işte bu tarihin izini sürüyor. (Kapaktaki tanıtımdan.)

---

"Gutenberg'den önceki sekiz yüzyıl boyunca el yazması sayfaların geçirdiği evreler, Batı aklının tırmandığı merdivenleri gösterir. [s. 51]"

"Chaucer, Defoe ve Twain, bize "yalanları" kurgunun inandırıcı gerçekdışı olarak dokuyan yazarların tarihindeki dönüm noktalarını sağlarlar. 

Chaucer, Centerbury Hikayeleri'nde (1386) kibar okuyucularının tahsilli zihin yapısını göz önünde tutan ilk İngiliz yazardır. Defoe, Veba Yılı Günlüğü'nde (1772) orta sınıfa mensup [s. 106] olan okurlarının zihninin jurnaller ve dergilerle şekillendiğini göz önünde bulundurup ilk İngilizce "romanı" yazmıştır. Ve Twain, England Journal of Education'da, tuhaf bir Amerikanizm olan "okuryazarlık" (literacy) kelimesi ilk kez kullanıldıktan iki yıl sonra, 1885'te Demokratik Amerika'nın ilk büyük kurgu eseri olan Huckleberry Finn'in Maceraları'nı yayınlar. [s. 107]"

"Chaucer, hedef kitlesinin kurmaca bir hikayeyi kabul etmesini sağlayan ve kendi şaşılası hafızasının altını oyan kurgusal bir tutumu benimser. Defoe da bize edebi bir tür olan günlükleri sunar ve vebanın çoğunlukla yetkililerin kağıt üstündeki açıklamalarında var olduğunu, asıl kurbanların cahil kalmaya devam edecek ve ileriye doğru yürüyüş sürdükçe zamanla unutulmaya yüz tutacak olan bahtsızlar olduğunu ortaya koyar. Twain'de bu süreç daha karmaşıktır, zira okura okumamış ama zeki karakterler sunarak, okuyucuları kendi okuryazarlıklarına dudak bükmeye zorlar. [s. 123]"

"Başaşağı çevrilmiş bir ütopya yazmış olsa da, Orwell de, tıpkı Wells, Huxley ya da Zamyatin gibi hâlâ öncelikli olarak yeni iktidar araçlarının kasti suistimali ile ilgileniyordu. Orwell seleflerinin de bir adım ötesine gitti ve onların aksine, bilgisayar, bomba ve rol-teorisini ortaya çıkaran entelektüel projenin doğasında varolan yeni mantığı deşifre edip hicvetti. Ses getiren ideallerin yıkıcı etkilerini keşfetti; onun cadıları, iyi niyetli entelektüel reformcular ve onların totaliter projeleriydi. Özgünlüğü onların amaçlarının parodisinde yatar. İbranice anlamıyla bir peygamberdi -içinde bulunduğu anı net bir şekilde görebilen biri-, çünkü 1940'ları keşfetmişti. Ama 1980'lerde çoğu insanın 101 numaralı odadan geçmeden, çoğunlukla da Uniquack'ta "iletişim kurduklarını" kendilerine kabul ettirmeye çalışacaklarını öngöremedi. [s. 137]"

"Şaka yollu bile olsa, etnik sessizliğe, sözden, dilden ve metnin oluşumundan önceki sessizliğe dönmeyi önerecek kadar aptal değiliz. Biz kitabın çocuklarıyız. Ancak, didik didik edilmiş hayatlarımızda henüz işgal edilmemiş sessiz bir yere, yani dostluğun sükunetine hüzünlü bir özlem duyacak kadar da budalayız. [s. 146]"

1 Mayıs 2021 Cumartesi

TEMBELLİK HAKKI (PAUL LAFARGUE)

(Lafargue, Paul, Tembellik Hakkı, Fransızca aslından çeviren: Ali Berktay, 2. basım, İş Bankası Kültür Yayınları, Ocak 2021, İstanbul, s. 49.)

"Paul Lafargue (1842-1911): Fransız Marksist, iktisatçı, gazeteci, yazar. Tıp öğrenimi gördü, Londra’da Marx ve Engels ile tanıştı, Birinci Enternasyonal’e katıldı. 1868’de Karl Marx’ın kızı Laura ile evlendi. Paris Komünü’nde faal bir rol aldı. Jules Guesde ile birlikte temellerini attığı Fransız İşçi Partisi’nin en etkili liderlerinden biri oldu. Keskin, yer yer ironik bir dille kaleme aldığı Tembellik Hakkı, ilk kez 1880 yılında haftalık Égalité dergisinde tefrika edildi, 1883 yılındaysa cezaevindeyken eklediği birkaç notla birlikte tekrar yayımlandı. Lafargue Tembellik Hakkı’nda sadece kapitalizmi değil çalışma dogmasıyla baştan çıkarıldığını söylediği proleteryayı da sertçe eleştirir. Zorunlu çalışmayı kapitalist toplumda her tür entelektüel soysuzlaşmanın, organik bozulmanın sebebi sayar. Lenin’in Marksizm’in en yetenekli ideologlarından biri olarak andığı Lafargue, yaşlılığın zihin ve bedende yol açacağı yıkıma katlanmamak için 1911 yılında eşi Laura Marx ile birlikte intihar ederek yaşamına son verdi." (Kapaktaki tanıtımdan.)